"Pürdikkat sesleri dinliyor, çeşitli notlar alıyorum. Filmin başrolündeki oyuncu, yüksek sesle haykırıyor bir gayrimüslime!"
Seferberlik senelerinde ninemin anlattığı Ermeni çetelerinin yaptıkları zulümler aklıma geldi. Fena hâlde irkildim. İçime kurt düşmüştü bir kere… “Şimdi ne yapacağım? Bu adamla samimiyetimiz dikkati çekecek kadar… Lâkin gayrimüslimlerle çok sıkı-fıkı olmak da münasip değil! Nasıl mesafe koyacağım?” Zihnim bu hissiyatla dolu olarak yine eskisi gibi samimi davranmaya, diğer bir ifadeyle rol yapmaya devam ediyordum.
Mühim bir filmimizin en zor sahnelerinden birinin seslendirmesi için stüdyodayız. Gözde dublajcılar çağrılmış, oldukça kalabalık… Her birinin eline konuşacakları metinleri çoğaltıp vermişim. Kimi koridorda, kimi dışarıda bir köşede kendi rolünü ezberlemeye çalışıyor. Hareketli bir gün... Bir yanlışlık olmasın diye kılı kırk yarıyorum. Pürdikkat sesleri dinliyor, çeşitli notlar alıyorum. Filmin başrolündeki oyuncu, yüksek sesle haykırıyor bir gayrimüslime:
“Ne zaman aklını başına toplayacaksın?
Ne zaman hakikati göreceksin?
Ne zaman dünyanın fâni olduğunu, ahiretin bâki olduğunu idrak edip anlayacaksın?
Ne zaman, ahirette Cennet’ten, Cehennem’den maada gidilecek bir yerin olmadığını düşüneceksin?
Ne zaman kandırıldığını anlayacaksın?
Ölüm var ölüm!” mânâsında insanı iliklerine kadar sorgulayan, derinden tefekküre sokabilen, hesaba çeken diyaloglar geçiyordu.
Aşkın Bey, birden seslendirmeyi kesti, geri döndü gür bir sesle;
"Anladım! Anladım! Anladım!" diye haykırdı.
Oyuncular ve teknik ekip donakalmıştık. Hiç kimseden çıt çıkmıyor. O ise bana döndü:
- Yav kardeşim! Sen ne zaman beni Müslüman edeceksin?
- !!!
Şoke olmasına olmuştum da… hemen ne demem lâzım geldiğini düşünüyordum. Elimde olmadan gayriihtiyari:
- Ne diyorsun? Hiç beklenir mi? Hemen şimdi, derhal! dedim. Hani "Söyleyene değil, söyletene bak" denir ya! Ben hâlâ şaşkınım. Adam, gözlerini üzerimize dikmiş hayretle bakan sanatçılara döndü:
- Kimse kusura bakmasın! Çay ve ihtiyaç molası arkadaşlar!
Yanıma geldi, elimden tuttuğu gibi kalabalıktan uzak bir köşeye götürdü:
- Bak Ragıp Bey, ben çok ciddiyim! İşin şakası makası da yok!
- !!!
- Seninle tanıştığımız ilk günden beri hep aklımda Müslüman olmak var. Ama diyemedim bir türlü. Beceremedim vesselam! Şu de, bu de, ne dersen de! Neticede bugüne kadar sarktı, uzadı. Bardağın taştığı en son damla derler ya, işte bu yaşadığımız son sahne beni içten içe kamçıladı âdeta. Artık “vaktin geldiğine" iyice kanaat getirdim. Ne olacaksa olsun. “İçim Müslüman dışım Ermeni" yaşamak istemiyorum artık! Bana yardım et!
- !!!
Başım zonkluyor, kulaklarım çınlıyor, kalbim küt küt atıyor, ışıl ışıl gözlerle bakmadan maada bir iki laf diyemiyordum.
Cebini karıştırdı, buruşuk bir defter yaprağı çıkardı. Bana iyice yaklaşarak:
- Akşam evde bu meseleyi konuştum.
- Kiminle?
- Çocuklarımla…
- Eeee!
DEVAMI YARIN
Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...