Hayatın acılarla dolu olduğunu geç de olsa anladım...

A -
A +
"Kalbin neden kırılmış olursa olsun, dünyanın senin acılarından dolayı durmadığını pekâlâ anladım ve iyice de öğrendim…"

 

 

O da ben de daha uzatmadık, işi şakaya verip, gülüştük.

 

Kırk yıllık ahbap gibi sarmaş dolaş stüdyodan içeri girdik. Her taraf elektronik aletlerle doluydu. Bana büyük kanepeyi işaret etti, kendi de mikserin önündeki kırmızı meşin döner sandalyeye çöktü. Başını ellerinin arasına aldı. Sırtında çok cepli hâkî renk bir yelek vardı. Çıplak kıllı kolları topraktan yoğrulmuş gibi tunç rengindeydi. Biraz düşündükten sonra başını kaldırdı. Önündeki kocaman ayna gibi görünen camdan içeri dikkatle baktı, aradığını bulamadı ki, tekrar bana döndü:

 

- Biliyor musun Ragıp Bey, hayatın acılarla dolu olduğunu geç de olsa anladım.

 

- Anladıysan helâl olsun! Ben henüz çözemedim. Bu gidişle de zor olacağa benziyor kardeşim!

 

- Anladım dediysem de; insanları ne kadar düşünürsen düşün, onların seni o kadar ciddiye alıp düşünmediklerini anlatmak istiyorum.

 

- Maalesef!

 

- Yaa! Dilin, karşısında çakmak çakmak yanan gözlere söylemediği sözleri; parmakların çok daha kolay yazabildiğini… Pek fazla mühimsediğim kişilerin benden hep uzaklaştığını… Dört dörtlük iyi insan olmanın hep iyi neticeler getirmediğini…

 

- !!!

 

- Kalbin neden kırılmış olursa olsun, dünyanın senin acılarından dolayı durmadığını pekâlâ anladım ve iyice de öğrendim…

 

- !!!

 

- Ve en mühimi ne biliyor musun?

 

- Neymiş?

 

- Bir insanın kendi kendine yaptığını yedi düvel bir araya gelse yapamayacağını… Kalbini asıl acıtanın yine KENDİ olduğunu geç de olsa öğrendim!

 

İçimden geçen; "Filozof musun be kardeşim, sabah sabah?" cümlesini söyleyemedim, onun yerine:

 

- Gerçekten bir filozof gibi konuşuyorsun… dedim onun cesaretlendirdim.

 

- Sen bana bakma, dert konuşturuyor Ragıp Bey! Ah dert! Hayat üniversitesi işte böyle ezim ezim ezerek yetiştiriyor insanı!

 

- Çok dertlisin galiba!

 

- Ne sen sor ne ben söyleyeyim! Dünya demek; dert küpü demek değil mi?

 

 

 

Engellerden atlarım,

 

Kırıldı kanatlarım,

 

Sen gelinceye kadar,

 

Ben burada çatlarım.

 

 

 

İsmi Aşkın olan o ses mühendisiyle ilk tanışmamız; işte buna benzer diyaloglarla başlamıştı.

 

O gün sanatçılar gelene kadar epeyce konuşmuş ve sıkı bir dostluğun da temellerini atmıştık.

 

Günler, aylar, hattâ seneler böyle akıp geçti. Daha önce tanımadığım insanlardan telefonlar geliyordu… “Falanca içkici, falanca morfinman, falanca Rum, filanca, Ermeni...” Alışıktım bu şikâyetlere ama tesirinde de kalıyor, yoruluyordum.

 

Bir gün stüdyoda namaz kılma hazırlığı yaparken bize hoş görünmek isteyen biri kulağıma eğildi:

 

"Sen mâşâllah namazında-niyâzında, dini bütün birisin lâkin 'dostum' deyip yere göğe sığdıramadığın bu adam; 'Ermeni' biliyor musun?

 

Önce ne diyeceğimi şaşırdım. "Allah Allah! Bu adam da ne demek istiyor?" diye kendi kendime söylendim ama bozuntuya da vermedim.

 

DEVAMI YARIN

 

 

 

Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.