Neden geç fark ediyoruz?

A -
A +
Son zamanlarda, âlimlerimiz, mütefekkirlerimiz ve sanat erbabımız tek tek ahirete göç ediyor, yani ebediyete. Fakat neredeyse tamamının isimlerini, hayatlarını, eserlerini, düşüncelerini ve medeniyet tasavvurlarını öldükleri an yahut bir vakit sonra fark ediyoruz.
"Âlimin ölümü âlemin ölümü gibidir." Maalesef biz, âlimi tanıyamadan ilmini toprağa gömüyoruz. Belki kitaplarının isimlerini yahut birkaç makalesini göz ucuyla, kabri başında dua ederken minicik fısıltılarla selamlıyor ve akabinde tozlu raflara ve topraklar altına emanet ediyoruz emsalsiz hazineleri.
Merhum şair Nâbî ne güzel söylüyor:
Cehle hak mevt dedi ilme hayat
Olma hem hâli güruhu emvât
[Hak cehalete ölüm, ilme hayat dedi. Cahil kalarak ölüler grubundan olma!] Hakikaten öyle ya, sokaklar, dükkânlar yürüyen ölülerle dolu...
Neden mi?
Acaba biz neden büyük ilim adamlarımızı, şairlerimizi, doktorlarımızı ve mütefekkirlerimizi öldükten sonra tanımaya mahkûmuz? Neden yaşarlarken onları tanımamıza müsaade edilmiyor?
Genç adam yollarımı adım adım bilirsin,
Erken gel, beni evde bulamayabilirsin. (NFK)
Peygamber Efendimiz şairlere, âlimlere yani ilmiyle müsemma sanat erbabına hil'atler, elbiseler hediye edermiş. Bu sünnet Osmanlı'nın "yıktırılış" sürecine kadar devam etmiş. Daha sonra adam ve fikir kıtlığı diye zikredilen "kaht-ı rical" devri yaşanmış.
Esasen Osmanlı'nın son devrinde de, bugün de binlerce ilim ve sanat ehline sahibiz. Nitekim vefat ettiklerinde, değerleri iade ediliyor.
Asırlar evvel olduğu gibi, bugün de fikir adamlarımız ölünceye yahut öldürülünceye kadar mevta gibi sükût köşesine bırakılıyor, eskilerin 'malumatfuruş' dediği her konuda söz sahibi olan 'bilginler' televizyon programlarını ve sosyal medyayı işgal ediyor, dünya saman altından bu nevi cahilleri topluma servis ediyor.
Hazret-i Mevlâna'nın tarifiyle, körler çarşısında ayna satanlar nesilleri ve dimağları kısırlaştırmak için dehşetli bir harita çizmiş; soytarıların maskaralık zehrini 'ab-ı hayat' şerbeti gibi ikram etmek.
Âlimlerimize ölüm uykusundan azledecek mübarizlerimiz (ortaya çıkartacak olanlarımız) nerede?!
        Selim Yavuz
 
 
 
ŞİİR
 
 
       Çakıl taşıyım
 
İçimde sıkışan güvercin,
Diyor bana “hürlük kaç arşın?”
Ne kadarlık canın, bir kurşun
O yollar sana zorlu gelir.
 
Bu davanın adı imandır
Kudüs yürekte yaramdır
Rabbim bu yarayı sarandır
Sözlerin bana yergi değil.
 
İki cihan davası bu dava,
İslam’ın narası bu dava
Pakdil'in Fazıl'ın yarası bu dava
Ben çakıl taşıyım bu yolda.
 
Karınca misali görevim,
Kudüs'e yanar yüreğim.
Ben nasıl sefa süreyim?
Kıblem Kâbe olmayınca?
 
                Rabia Özen
 
 
 
KISA KISA...
 
UNUTULMAZ KAHRAMANLAR
 
GAZİ OSMAN PAŞA: 93 Harbi diye meşhur olan, Osmanlı-Rus Savaşında (1877-1878) Plevne cephesinin ünlü kumandanı Gazi Osman Paşa’nın bugün vefat yıl dönümüdür.
Paşa, 1832’de Tokat’ta doğdu. Beşiktaş’taki Askerî Rüştiye’de ve Kuleli Askerî Lisesinde okudu. Harbiye’yi 20 yaşında ikincilikle bitirdi. Harp Akademisine girdi. Akademi’yi bitirmeden, Kırım Savaşının çıkması üzerine Tuna cephesine gönderildi. Burada dört yıl kalarak, teğmenliğe yükseldi. Savaşın sonunda yüzbaşı oldu. 1856’da Akademi’ye devam ederek tahsilini tamamladı. Genelkurmay Başkanlığında çalıştı. Anadolu’nun haritasını çıkarma göreviyle Bursa’ya gönderildi. Girit isyanlarının başlaması üzerine Girit’e tayin edildi. Albay rütbesiyle Yemen’e gönderildi. Paşa rütbesiyle Rumeli’deki 5. Ordu Tümen Kumandanlığına, buradaki çalışmaları takdir edilerek korgeneral oldu. Sırp ordusunu yendi ve müşir (mareşal) oldu (l876). Osmanlı-Rus savaşındaki başarısı sebebiyle Sultan İkinci Abdülhamid Han, gözyaşları içinde alnından öptü ve kendisine; “Sen benim yüzümü bu dünyada ak ettiğin gibi, Allah da senin yüzünü iki cihanda ak etsin” diye dua etti.
 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.