Veliler kervanı

Düzenleyen:
Veliler kervanı

KÜLTÜR - SANAT Haberleri

Onlar dünyanın karanlığını meşale misali aydınlatan büyükler... İmam-ı Rabbani, Muhammed Bâkibillah, Muinüddin-i Çeşti, Nizamüddin Evliya ve Emir Hüsrev Dehlevi gibi velilerin kabirleri ziyaretçileriyle dolup taşıyor...

Ömer Çetin Engin

omer.cetin@tg.com.tr

 

Ekim sabahı Delhi’ye indiğimiz zaman atmosferde yanık yağ benzeri bir koku alıyorum. Hindistan bir baharat ülkesi ve zerreleri atmosfere yayılacak kadar bereketli bu topraklarda... Siyah değil daha çok çeşitli tonlarda kahveye dönük tenler. Başlarında pagri denen bir çeşit sarık ve entarilerle dolaşan çok sayıda insan...
Tuk Tuk... 3 yolcu alan, arkası tentenye kapalı motosiklet ki binmesi cesaret ister... Tuk Tuk sürücüsü yolundaki bir santimetrekareyi bile boş kullanmayacak maharette... Dar ara sokaklardaki insan ve hayvan yığınları arasından hep son bir hamleyle sıyrılarak yol alıyor... Biz arkada demirlere yapışmış, “James Bond aksiyonları da neymiş” diyerek, tüylerimiz diken diken iniyoruz araçtan...
Fakirlik diz boyu... Burası ki 1 milyarı aşkın insanın yaşadığı koca ülkenin başşehri... 200 milyon nüfusu var, Türkiye’nin 2 katından fazla... İnsanlar günlük yaşıyor burada... Yollar ana arterler haricinde bir felaket. Temizliği mumla arıyorsunuz. 

Burada sabah erken kalkan bir tanrı uyduruyor. 300 milyonun üzerinde tanrı inanışlarının olduğu söyleniyor. Yol kenarlarında sayısız tanrı heykellerine rastlıyoruz. Bir mahallede gördüğüm manzara sarsıcıydı. Öküz arabasının üzerinde plastikten kocaman iki heykel var. Arabanın üzerinde bir düzine heykel düşmesin diye tutan insan ve öküzün arabayı çekmek için neredeyse canı çıkacak. Rehberimiz Ahmet Naim’e, “Bu nedir?” diye sorduk. Bu insanların, inanışları gereği arabadaki heykelleri bayram yerine götürdüklerini söyledi. “E, ne yapacaklar götürünce”... El cevap: - Tapacaklar... Arabadan düşmesin diye tuttukları tanrıya tapmak!
Böyle sayısız zulmetli inanışların (!) arasında yol alan bizim derdimiz ise çok başka... Serhend yollarındayız... Büyükler büyüğü İmam-ı Rabbani hazretlerinin (kuddise sirrehül aziz) nur menbaı kabrini ziyarete gidiyoruz. Büyükler demişler ya, “Abıhayat zulumatta bulunur” diye... İşte onun gibi...
Yolda arkadaşım Ahmet Aslantürk’e bir okuyucumdan gelen e-mail’i aktararak bu yolculuğun, onları ziyaret etme nimetinin biraz daha birlikte farkına varmamızı istiyorum... Şöyle ki; bu okuyucum inkâr derecesinde bir hayat yaşamaktadır. Bir yakını maneviyatının düzelmesi için Ankara’da bulunan Abdülhakim-i Arvasi hazretlerinin (kuddise sirrehül aziz) kabrine götürmeye ikna eder onu. Gittiklerinde o yakını kabrin yanına gider ve mezarlığın giriş kapısında bekleyen bu kimseyi de çağırır... O ise gidemez. Kendi ifadesiyle, “Ne zaman adım atacak olsam iki arı üzerime saldırdı” demektedir. İnkâr safhasında gidince kabul edilmemiştir. Bir hafta gözyaşlarıyla tövbeler eder bu okuyucu. Sonrasında yine aynı yakınıyla gittiğinde arılar ortada yoktur. Varır kabrin başına atar kendini büyük velinin ayak ucuna...
Şükürler olsun kabul ediyorlar da gidebiliyoruz...

CENNET BAHÇESİ GİBİ SERHEND...
Kalbimiz çarpa çarpa Serhend’e vardığımızda, hele dergâh sınırları içine adım attığımızda hava, eşya, güneşin parlaması, rüzgârın tenimize teması mı desem; değişiyor her şey... Farklılık var ve bu farklılığı sezebilmemize şükürler olsun... İşte yıllardır feyzlerine kavuşmak için çırpındığımız İmam-ı Rabbani Müceddid-i Elfi Sâni hazretlerinin türbesinin kubbesi karşımızda... Bu kubbenin resimlerini görürdüm de içim giderdi orada olmak için...
Zübeyir ve Muhammed Sadık Efendiler türbelerinin hizmetini gören torunları. Zübeyir Amca samimi bir tebessümle bizi karşılarken biz ise, birazdan eşyalarımızı bırakıp gideceğimiz nur menbaı kabrin heyecanı içindeyiz...
1563 yılında doğuyorlar. Ahireti teşrifleri 1624... Bizim gibilerin o büyüğü anlatması olur mu hiç... Bir başka Silsile-i Aliyye büyüğü Seyyid Abdullah-ı Dehlevi hazretlerinin (kuddise sirrehül aziz) bir dörtlüğü ve bir sözü bir parça işaret olsun.
Gayb perdesi ardında bulunan güzellikler,
Senin eşsiz simanda hepsi zuhur ettiler.
Hayal kalemi gönül sayfasına ne çizse,
Senin düzgün şeklini, ondan güzel ettiler...
ve yine buyuruyor ki; “İmam-ı Rabbani hazretleri bin yıllık evliyaya bedeldir...”

FAKİR MUHAMMED BÂKİ
Sonrasında adım adım feyz menbaı kabirlerine yanaşıyoruz... Bir dehliz ve ardında türbe avlusu... Dehliz sanki dünyadan ahirete geçiş gibi, hoş mu hoş bir loşlukta... Adımlarımız kendinden utanarak ama merhametlerine güvenerek yol alıyor... Evet bu büyükler çok şefkatliler...
Kabirlerinin bulunduğu odaya geldiğimizde hocasıyla ilgili bir hatırası geliyor gözümün önüne...
Muhammed Bâkibillah hazretleri (kuddise sirrehül aziz) icazetini verince İmam-ı Rabbani hazretlerini Serhend’e gönderirler. Ve bütün talebelerini de ona talebe olmaya... Hatta bazıları Bâkibillah hazretlerine duyduğu büyük aşktan gitmek istemez. İpek gibi yumuşak bir ahlaka sahip olmasına rağmen gazaba gelir Allahü teâlânın büyük velisi, “Siz Şeyh Ahmed’i ne zannediyorsunuz? O bizim gibi nice yıldızları örten bir güneştir” der. Ve son kalanları da gönderir daha yüksek derecelere kavuşsunlar diye... Bir müddet sonra kendisi de Serhend’in yolunu tutar. Dergâha vardığında İmam-ı Rabbani hazretleri kendi odasında yalnız başınadır. Hizmetçisi Muhammed Bâkibillah hazretlerini görünce telaşlanır ve hocasına haber vermek ister. Bâkibillah hazretleri izin vermez hizmetçiye. Ve talebesinin kapısının dışına diz çöker, İmam-ı Rabbani hazretlerinin meşguliyetini bitirmesini bekler. Sonrası ruh titretir... İmam-ı Rabbani hazretleri hiçbir tıkırtı duyulmasa da bir anda başını kaldırır ve seslenir: - Kapıda kim var?
İşte yazması el titreten cevap. Tevazu, gariplik, kulluk dolu tiril tiril bir sesle: - Fakir Muhammed Bâki...
İmam-ı Rabbani hazretleri hocasının o güzeller güzeli sesini duyar duymaz yerinden sıçrar, koşarak büyük bir aşkla hocasına kapaklanır. Ve odasına alır...
İşte türbesinin kapısında, “O kapı acaba bu kapı mı?” diye düşündüm... Ah, ben de şuracıkta oturup beklesem mi? Ama bu o büyüklere mahsus bir cilve... Haydi bütün yıkılmışlığınla, kirlerinle gir nur denizine... Gir ki bir derya elbette bir avuç kiri temizler ve bundan dolayı bulanmaz...

DUA, DUA, SIĞINIŞ...
Bundan sonrası kelimelere dökülesi değil. Bütün dostlara, yakınlara, memleketimize, müminlere dua, dua... Ardından ayak uçlarında feyz kaynağı ruhlarına sığınmaktan başka ne gelir elimizden. Büyük velilerin ruhlarından istifade etmek de uygun bir ruha sahip olmakla mümkün ve o da bizde yok. Tek şey acımaları ve ihsanları...

Veliler kervanı

Muhammed Sadık efendi’nin büyük kerameti

Yağlı lokma!

İmam-ı Rabbani hazretlerinin kabrinin hemen yanında oğulları Muhammed Sadık, Muhammed Said ve taunda vefat eden küçük kızı Ümmü Gülsüm’ün kabirleri var.  Muhammed Sadık Efendi (kuddise sirrehül aziz) 24 yaşında vefat ediyor. Kendisi gibi ahirete yürüyüşü de büyük. Hindistan o zaman taundan kırılıyor. İnsanlar kitleler halinde ölüyorlar. Çok üzülüyor. Ve bir gün o süzme nur dillerinden şu sözler dökülüyor: “Bu taun yağlı bir lokma almadan Hindistan’dan kalkmayacak” Dinleyenler bir şey anlamıyor. Bir müddet sonra tauna yakalanacak ve vefat edecek ardından Hindistan’dan taun belası kalkacaktır. İnsanlar da o zaman anlayacaktır. 
İmam-ı Rabbani hazretleri bu oğlunu öyle sever ki vefat ettiğinde yanına defnedilmek ister. O kara gün geldiğinde hocalarını kaybeden talebelerinin aklı başından gider. Cenaze namazını şimdi yanında metfun bulunan oğlu Muhammed Said efendi kalbi bin parça kıldırır... Ve Muhammed Sadık Efendi’nin yanına götürürler. Fakat Muhammed Sadık hazretlerinin kabri odanın tam ortasındadır ve ikinci bir mezara yer yoktur. Ne yapacağız şimdi diye düşünürken Muhammed Sadık hazretlerinin kabri odanın kuzey tarafına doğru harekete geçer. Babasına yer açar. Açılan yere İmam-ı Rabbani hazretleri defnolunurlar... Ardından yüksek oğlu Muhammed Masum Faruki ve o büyük velinin oğlu olan Seyfeddin-i Faruki hazretlerinin kabirlerini ziyaret, çisil çisil yağan feyz yağmurları altında bulunmak nasip oluyor...

Veliler kervanı

Hocasının ayakkabısına  servetini  verdi

Nizamüddin Evliya ve en yüksek talebesi Emir Hüsrev Dehlevi hazretlerinin kabirleri aynı dergâh içinde. Nizamüddin Evliya hazretlerinin Delhi şehrinde bize gösterilen büyük bir mezarlıkta 500 bin talebesinin yattığını öğreniyoruz. Emir Hüsrev Dehlevi ise devlet adamı, büyük bir tüccar, 99 eseri bulunan ve hocasının emriyle Urduca dilinin gramerini kuran bir bilim adamı... Hocasının sırılsıklam âşığı. Şu menkıbeleri bunu ne güzel de anlatır: 
Zor durumdaki bir fakir duyar ki Nizamüddin Evliya hazretleri çok cömerttir, her istenileni verir. Kendisi de gider ve bir şey vermesini ister. Fakat Nizamüddin Evliya hazretleri her şeyini dağıtmıştır. - Sen de şu raftaki ayakkabılarımı al, der. Fakir bozulur ama belli etmez güya. Yolda bir handa konaklar... Bengal’den bir iş gezisinden dönmekte olan Emir Hüsrev hazretleri de oradadır. - Bu handa hocamın kokusu var, der. Araştırırlar, bu fakiri bulurlar. Fakir ayakkabıları gösterir. Emir hazretleri, - Bu ayakkabıları bana satar mısın, der ve bütün servetini teklif eder. Adamcağız şaka yaptığını düşünür. Ama Emir Hüsrev yemin ederek teklifinin ciddi olduğunu belirtir. Fakir adam zengin biri olarak geri dönerken Emir Hüsrev ayakkabılarla hocasına koşturur...
Nizamüddin Evliya hazretleri ayakkabıları kaça aldığını sorunca talebesi verdiği bedeli söyler. Nizamüddin hazretleri, “Onları uzuca almışsın” karşılığını verir. 
Emir Hüsrev, “Efendim, çok şükür ki, onlara sahip olan adam, yalnız servetimi teklif etmekle tatmin oldu. Hürriyetimi de isteseydi, memnuniyetle onu da verirdim” der.
Hocasının vefatını bir geziden dönüşte haber alır. Yıkılır... “Süphanallah! Güneş batmış. Hüsrev hayatta!” diye haykırır. “Hocamdan sonra ben çok yaşayamam” der ve 6 ay sonra vefat eder...

800 senedir Âşıklarını çağırıyor

Hindistan Fatihi Muinüddin-i Çeşti

Ecmir’e geçiyoruz. Muinüddin-i Çeşti (kuddise sirrehül aziz) hazretlerinin kabrini ziyarete gidiyoruz. Hızlı trene bindik ama taş çatlasa 100 yapıyor. Yine de engebeli yollarda arabayla gitmekten iyi. Muinüddin-i Çeşti hazretleri seyyid, Hindistan fatihi... Bizzat Resûlullah aleyhisselamdan türbelerini ziyarette Kâinatın Efendisi’ni karşılarında görerek Hindistan’a gitmesi yönünde emir alıyorlar... Ecmir’e yerleştiğinde sevenleri, talebeleri hızla artıyor. Burada nice veliler yetişiyor. Sayısız gayrimüslimler imanla şerefleniyor. İslamiyet bütün Hindistan’a yayılıyor. Talebeleri yeni talebeler yetiştirerek asırlarca güzel dinimiz orada yayılıyor, yaşanıyor. Öyle seviliyor, kalplere öyle yer ediyor ki aradan 800 sene geçmesine rağmen her doğum gününde ziyaretine hâlen daha 1 milyon ziyaretçi geliyor. 

Veliler kervanı

Allahü teâlâ habibine uyanları çok sever

Delhi’de bulunan iki büyük veli de yan yana yatıyor. Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri ile kendisinden sonra vekili olan Seyyid Abdullah-ı Dehlevi hazretleri... Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri Seyyid Nur Muhammed Bedayuni hazretlerinin halifesi. O da Seyfeddin-i Fâruki hazretlerinden sonra geliyor. Yani büyükler yolu İmam-ı Rabbani hazretlerine uzanıyor. Bedayuni hazretlerinin kabri de Delhi’de.
FIKIHSIZ DİN OLMAZ
Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri bir talebesine yazmış olduğu mektupta buyurmuşlar ki: “Fıkıh bilgilerini öğretiniz. Fıkıhsız din olmaz. Ehl-i sünnet itikadını öğretmeye, yaymaya pek ehemmiyet veriniz. Her şeyinizde Allahü teâlânın habibi olan Peygamber Efendimize ittibaya, uymaya gayret ediniz. Çünkü Allahü teâlâ habibine uyanları çok sever.”

 

 

 

 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Sonraki Haber Yükleniyor...