Şi'bu Ebî Tâlib'in çileli yılları

Düzenleyen: / Kaynak: Türkiye Gazetesi
- Güncelleme:
Şi'bu Ebî Tâlib'in çileli yılları

Ramazan Haberleri Haberleri  / Türkiye Gazetesi

Mekkeli müşrikler mü’minleri kuşatır abluka altına alır, aç ve açıkta bırakırlar. Şimdinin Gazze’si gibi...

Efendimiz peygamberliği bildirilince davete ailesinden başlar, önce yakın çevresindekilere açılır, sessiz sedasız tebliğde bulunurlar. Nübüvvetin üçüncü yılından itibaren de alenen anlatır, aşikâre çalışırlar.

İslâmiyet kısa zamanda Mekke hudutlarını aşar, kabîleler de katılırlar. Hazret-i Hamza ve Hazret-i Ömer gibi iki lider Müslüman olunca şer cephesi panikler, baskıyı artırırlar. Mü’minleri fiilen hırpalar, inancından döndüremeye çalışırlar. Başaramayınca kinlenir, bilenir, Efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) hayatına kastederler sonunda.

Nitekim Ebû Talib’e gider “yeğenini bize teslim edeceksin” diye zorlarlar.

Hiç o, biricik yeğenini verir mi, evladından bile önde tutar. Dik durur, tehditlere aldırmaz.  Bunun üzerine Hayf-ı Benî Kinâne’de toplanırlar. Ebû Cehil, Müslümanlar ve onları koruyan Hâşimoğulları ile irtibatı kesme teklifinde bulunur, kabul görür ekseriyet tarafından.

Ahitnâmeyi, Mansûr bin İkrime yazar, muhafazaya sarar, Ka’be duvarına asar. Karara kudsiyet kazandırırlar akılları sıra. Artık kimse dönemez, gevşeyemez, taa ki o orada durdukça.

Gelgelelim Mansur’un kalem tutan eli kurur çolak kalır. Müşrikler musibetin nerden geldiğini anlamayacak kadar saf değildir, inatlarından dönmezler ama.

O günden sonra Hâşimoğulları ile alaka kurmaz, konuşmaz ticaret yapmaz, kız alıp vermez, evlilere de musallat olur, yuvalarını dağıtmaya çalışırlar.

Şİ’BU EBÎ TÂLİB

Bu arada Habeşistan’a hicret eden mü’minleri geri getirmek üzere heyet yollar, Necaşi Esame’ye çıkarlar. Esame insaflı bir meliktir, iki tarafı da dinler ve hayran olur Müslümanlara. Nezaket onlarda, zerafet onlarda. Kur’ân-ı kerîmden bir parça dinler (Meryem sûresi) dünyası değişir bir anda. Bu tavır müşrikleri çileden çıkarır, mü’minleri Şi’bu Ebî Tâlib’e sıkıştırır ambargo ile bunaltırlar.

Şi’b dere yatağı, küçük vadi demektir. Efendimizin doğduğu evden başlar, Cin Mescidi’ne kadar.

Biliyorsunuz Hazret-i Hatice validemiz servet sahibidir, pahalı bile olsa gıda alır, dağıtır insanlara. Lakin üç yıl dile kolay, ne elde kalır, ne avuçta.

Artık kuru ot ve yaprak yemeye başlarlar.

Sonra bir kuraklık olur ki nasıl anlatıla. Havada dayanılmaz bir kasvet, simsiyah duman. Mekkelilerin de keyfi kaçar, ölü hayvanları deri parçalarını kemirmek zorunda kalırlar. Bu sıkıntının sebebini bilir, Efendimize gelirler sonunda.

-Ey Muhammed! Sen rahmet olarak gönderildiğini söylüyor, akrabâya yardımı emrediyorsun. Kavmin kıtlıktan yok olmak üzere! Şu felâketin kaldırılması için dua etsene Allah’a! Bak yemin ediyoruz yağmur yağsın Müslüman olacağız topluca... Fahr-i Kâinât duâ eder, yağmur yağar... Sözlerini unuturlar.

CEPHE ÇATLAYINCA

Kureyş içinde de işkenceden hoşlanmayanlar vardır. Muhasaraya karşıdırlar. Çileli kadınlara, ağlaşan çocuklara omuz silkip geçemez ablukayı delmeye çalışırlar.

Bunlardan biri Hişâm ibn-i Amr’dır riski göze alır, devesine yiyecek yükler, böğrüne bir şaplak vurup sevk eder mü’minlerin yanına. Hatta bazı geceler bunu birkaç defa yapar.

Hazret-i Hatice’nin amca oğlu Hakîm bin Hizam da Şi’bu Ebî Tâlib’e nevale sızdırır. Yine bir gece kölesiyle giderken Ebû Cehil çıkar karşılarına. Her şey açıktır sırtlarında çuvallar, tepeleme buğday. Bağırıp çağırmaya başlar. Seslere gelen Ebû’l-Bahterî bin Hişam “Hâkim akrabalarına yardım ediyor” der “ne var yani bunda?” Ebû Cehil asabidir itham eder, saldırmaya kalkar. Hakîm yerden bir deve kemiği alır, Ebû Cehil’in kafasını gözünü yarar.

Züheyr ibn-i Ebî Ümeyye de muhasaradan bizardır. Zem’â ibn-i Esved ve Ebül-Bahterî ona keza.

Züheyr bir gün kalkar, Ka’be’yi tavaf eder ve “Ey Mekkeliler” der, “Biz, yiyelim, içelim, giyinip kuşanalım da, Hâşimoğulları sefâletle kıvransınlar. Ben kimsenin helâkından yana olamam. Vallâhi, akrabâlık bağlarını kesen o sahîfe yırtılmadıkça duracak, oturacak değilim asla!”

Ebû Cehil asabileşir “yırtamazsın, yalancı!”  

Onu tek sanmıştır ama Zem’â’nın sesi yükselir arkasından. “Yalancı sensin! Zâten biz yazıldığı sırada da râzı olmamıştık ona!”

Ebül-Bahterî de destek olur. “Zem’â doğru söylüyor. Siz aranızda yazdınız, astınız. Bize sorup danışmadınız. Ne zaman kabul etmişim söylesene bana?”

Bu çıkış Ebû Cehil’in gardını düşürür, aciz kalır ilk defa.  

(Efendimiz bunları unutmayacak ve Bedir savaşı öncesi arkadaşlarına talimat verecektir “Ebû’l-Bahterî ve Zema bin Esved’in öldürülmemesi hususunda.)

BÖCEĞE BAK İBRET AL

Bu arada Cenâb-ı Hak, ahidnâmeye bir böcek musallat eder, yazıyı yiyip bitirir, sadece Allahü teâlânın ismi kalır. Cebrâil aleyhisselâm bunu Peygamber Efendimize bildirir, o da amcasına anlatır. Ebû Talib “Ahidnameyi görebilir miyim” der, “Yeğenimin söylediğine göre Allah bir kurt ya da güve musallat etmiş, yazıları yemiş bitirmiş!”

Mecburen muhafazasından çıkarırlar, söylendiği gibi bir şey kalmamıştır yazı namına. Lakin “Bismikellâhümme” ibaresi lekesiz durmaktadır açıkça.

Artık ahidnameden söz edilemez, çünkü öyle bir kayıt yoktur orada.

Müşrik önderlerinden Nadr ibni Hâris ve Ukbe ibni Ebû Muayt gider Medîne Yahûdîlerine akıl danışırlar.

Yahûdîler derler ki “Ona ‘Eshâb-ı Kehf’ ve Zülkarneyn kıssalarını sorun. Biliyorsa boş değildir. Bir de ruhtan bahis açın. Eğer ruh mevzuuna girmezse bilin ki hakiki nebidir, uymak lazımdır ona!”

Heyet Mekke’ye döner, Resûlullah Efendimize sorarlar. Server-i âlem Eshâb-ı Kehf ve Zülkarneyn hakkında mufassal malumat verir ama ruh hakkında konuşmaz. Sadece İsrâ suresinin 85’inci ayetini okur: “Habîbim, sana ruhtan sorarlar, de ki…)

Münkirler çaresiz kalsa da ısrar ederler inkârda.  

KÜFR-İ İNADİ

Aslında ehli kitap Peygamberimizin geleceğini bilir ve bekler. Hazret-i Mûsâ ve Hazret-i Îsâ ümmetlerine Ahmed adlı resûlden söz açar, tâbi olmaları hususunda ahid alırlar hatta.

Bir musibete uğradıklarında “Yâ Rabbî gelecek olan âhir zaman nebîsi hürmetine bu belâyı kaldır” diye duâ eder, korktuklarından emin, umduklarına nail olurlar.  Ne yazık ki ırk asabiyetinden kurtulamazlar. “Niye bizden değil de Araplardan?”

Haset eder, mahrum kalırlar.

Mekkeli Müslümanlar üç yıl kuşatmaya sabreder, sonunda refaha çıkar...

Dileriz Gazzeli kardeşlerimiz de Siyonist zulmünden kurtulur, nefes alırlar.

Bize düşen iki şey var: Boykot ve dua.

Ne olur Müslüman katliamı yapanların (ABD, Rus, İsrail, Çin, Hint, Myanmar, Avrupa) mallarını sokmayın yuvanıza.  

Kuruşunuz nasip olmasın onlara!

İMAN VE VATAN MÜCADELESİ

Filistinliler, Yahudilerin bütün zulmüne karşı dimdik ayakta iman ve vatan mücadelesi veriyor. Çadırlarda, zor şartlarda bile Kur’ân-ı kerîm okuyarak ramazan ayını değerlendirmeye çalışıyorlar. Bir kap yemek için saatlerce sırada beklemek mecburiyetinde kalıyorlar.

****

MÜSLÜMAN TEMİZ TOPRAĞA BENZER

>>Üstünlük taslamak için yükselmek isteyenleri Allahü teâlâ alçaltır. Tevazu gösterenleri ise yükseltir.
>> Çok uyumak, çok yemek, çok konuşmak gönlü katılaştırır.
>>Günahların bağışlanması ve başa gelen belalardan korunmak için en güzel sığınak, istigfar ve tevbe etmektir.
>>Müslüman temiz toprağa benzer. Temiz toprağa her şey atılır. Ezilip, hakaret görür. Lakin ondan hep güzel, temiz, faydalı şeyler çıkar.
>>Şehvetler, bitmeyen arzu ve ihtiraslar, üstü örtülü azaplardır.
>> İnsanın şerefi, iman ve marifet iledir. Mal ve mevki ile değildir.
>>Övülmekten hoşlanmak kadar ahmaklık düşünülemez.
>>Din kardeşimin bir ihtiyacını görmem, bir sene nafile ibadet etmemden daha önemlidir.
>> Kendisinden daha aşağı derecede olan birinin nasihatini kabullenmek, yüksek derecelerden birine sahip olmaya işarettir.

*****

DUALAR... İÇLİ YAKARIŞLAR

- Hiiii...

İrkildi... Az önce bütün hücreleriyle tevbe etmişti. Şimdi karşısında bir ihtar vardı. Bir daha, bir daha irkildi. Bu aynı zamanda bir sahiplenilme miydi? Bir umutla mescitten çıktı... Artık her namaz vakti yeniden dönmek üzere çıktı...

...

İki gün dualarla, gözyaşlarıyla, içli iniltilerle geçmek bilmedi. Abisi yine hep sarhoştu, Pelin anne ise bir ömür süren sarhoşluktan yavaş yavaş ayılıyordu...

Doktoru kapısında beklerken kalbinin atışını bütün bedeninde duyuyordu. Doktor heyeti hastaları bir bir dolaşıyordu... Hemşire birazdan geleceklerini söyledi...

Doktor bu defa yanlarına neşeli geldi. Anne ağlamaya başladı. Bu defa sevinç gözyaşlarıydı bu...

- Doktor Bey... İyi mi, iyi mi?..

- Henüz tam atlatabilmiş değiliz fakat bir düzelme var. İyiye doğru gidiyor...

Anne yere yığıldı... Abisi doktorla beraber kaldırıp koltuğa oturttu onu... Ağlıyor, ağlıyordu...

- Peki görebilir miyim, kendinde mi?..

- Yeni yeni kendine geliyor... Çok az kalmalısınız...

...

Abi kardeş Aydın’ın odasına girdiler... Mübarek genç yatağında sargılarla sarılıydı. Göğsünde kablolar makinaya bağlanmıştı. Annenin eli ayağı boşaldı. Fakat güçlükle kendini oğlunun yanına attı. Dayı titriyor ama güçlü görünmeye çalışıyordu.

Anne uyandırmaya kıyamayacak şekilde evladının yanına yanaştı. Yüzünde morluklar vardı fakat sanki nur saçıyordu Aydın...

Pelin anneyi titreme aldı. Ne yapacağını bilemiyordu. Öyle yavrusuna bakıyordu.

Sonra Aydın hafif hafif gözlerini açtı. Anne umutla oğlunun güzel, siyah gözlerine baktı.

- An.. an... anne... anneciğim...

- Yavrum, Aydın’ım... Oğlum, paşam benim...

Sonra Aydın ilikleri titretti:

- Şimdi hangi namazın vakti anne...

...

Anne oğluna ve hidayete, Aydın birkaç hafta sonra sıhhatine kavuştu...

(Ramazan Bayramı’nızı tebrik ediyorum efendim/ö.ç.e)

Düzenleyen:  - Ramazan Haberleri
Kaynak: Türkiye Gazetesi
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Sonraki Haber Yükleniyor...