İlle de Çölaşan gibi mi olmak lazım!

A -
A +
Mahkûm ve Muhtaçlara Yardım Derneği, İstanbul Beylikdüzü'nde kurulmuş bir sivil toplum kuruluşu.
İsimlerinden de anlaşılacağı üzere işleri muhtaç mahkûmlara ve yakınlarına yardımda bulunmak.
İki elin parmakları kadar gönüllü, on yılda öyle güzel şeyler yapmış ki...
Şimdiye kadar hapishanelere on binlerce koli göndermişler. 460 cezaevinin hepsine de ulaşmışlar.
Kitap, gömlek, ceket, pantolon, ayakkabı, pijama, eşofman... Çorabına varana kadar kim ne istiyorsa ulaştırmışlar.
Tek bir gayretleri var: Cezaevlerinden suç makinesi değil iyi insan çıksın.
Arkadaşımız İrfan Özfatura, geçtiğimiz hafta derneğin hikâyesini anlatan bir haber getirdi.
Biz de bu örnek insanları "Düşenin Dostları" başlığıyla manşetimize taşıdık.
              ***
Tekrar edelim; Mahkûm ve Muhtaçlara Yardım Derneği on yıldır faaliyet hâlinde…
Bu arada, bir iki hafta önce Sözcü yazarı Emin ÇölaşanAdalet Bakanı'na açık mektup yazıp cezaevlerine kitap gönderilmesi için kampanya başlatmıştı.
Adalet Bakanı ertesi gün yazarı arayıp teşekkür etmiş "Arkadaşlarıma talimat veriyorum. Kampanyanın nasıl yapılacağını belirlesinler" demiş.
              ***
Ben de haberimiz yayınlandıktan iki gün sonra Mahkûm ve Muhtaçlara Yardım Derneği'ne telefon ettim.
"Sizi arayan soran oldu mu?" dedim.
"Hayır" diye cevap verdiler üzülerek…
"Ne bakanlıktan bir yetkili ne Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğünden biri; kimse arayıp, sormadı."
Hakikaten merak ediyorum.
İnsan, cezaevlerine koli koli kitap, kıyafet gönderen bu adamları hiç merak etmez mi?
"Yahu arkadaş siz kimsiniz, ne yapıyorsunuz? Fikriniz, zikriniz nedir?" demez mi?
İyi bir şey yapıyor, bakanlığa destek oluyorsa, mahkûmları rehabilite ediyorlarsa destek çıkmaz mı?
Aranıp sormak için ille de "Çölaşan" gibi mi olmak lazım?!.
 
 
Köpek çobanı medya patronu
 
Dün Hürriyet'in arka sayfalarında küçük bir vefat ilanı vardı.
Şöyle yazıyordu:
Acı kaybımız... Filancanın oğlu, filancanın kardeşi, filancanın babası, filancanın dedesi, filancanın kayınpederi çok kıymetli Malik Orhan Yolaç, 8 Kasım günü vefat etmiştir. Cenazesi...
O ilan, ışıltılı hayatı konu alan bir filmin trajik finali gibiydi.
Paranın, gücün, sefahatin adamıydı Malik Yolaç.
Varlıklı bir babanın oğluydu. On dört yaşındayken Amerikan başkanıyla aynı model arabaya binecek kadar zengindi. En iyi okulları elinin tersiyle itmiş, kısa yoldan iş hayatına atılmış, ülkenin en ünlü armatörü olmuştu.
İşinde gücündeyken 1957'de Akşam gazetesini satın alarak maceraya atılmıştı.
Babıali'ye basın dışından gelen üçüncü patrondu. Medyada promosyon dönemini o başlatmıştı. Adnan Menderes'e de örtülü destek vermişti.
27 Mayıs darbesinden sonra cezaevine girecekken milletvekili adayı olmuş, bağımsız olarak Meclis'e girmişti. Hiç hesapta yokken bakan olup İnönü'ye hükûmet kurdurmuştu.
Bir yandan Akşam gazetesinin patronluğunu yaparken öbür taraftan Spordan Sorumlu Devlet Bakanı olmuştu.
Gazetesinin komünist yazarları, darbeciler kadar başını ağrıtmamıştı. Çetin Altan'ın yazıları yüzünden ilan alamayıp iflas etmiş, yıllar sonra verdiği bir röportajda "Beni solcu yazarlar bitirdi" diye itirafta bulunmuştu.
Röportajda başka ibretlik itirafları da vardı:
“Fabrika idi, gemi idi, gazete idi, bakanlıktı, şuydu buydu. Yahu Malik, ihtiyarlayacaksın. İhtiyarlığında hiç olmazsa seni yormayacak, hafif -bakkallık dahi olabilir bu- bir iş ayarla kendine. Onu yapmadım. Şimdi Moda burnunda 15 sokak köpeğim var. Köpek çobanlığı yapıyorum. Bütün şeyimiz o."
              ***
Hayat işte...
Sayfalara, ekranlara hükmeder, hükûmetler kurarsın, gün gelir öldüğünün haberi bile yapılmaz. Ancak küçücük bir ilana konu olursun. Onu da veren olursa...
 
 
'Mümkün'ler Cumhuriyeti
 
Bundan yirmi yıl evvel Ahmet Hakan Coşkun'a "Gün gelecek Hürriyet'in yayın yönetmeni sen olacaksın" deseler ne cevap verirdi?
Muhtemelen "Kafa bulmayın benimle" diyerek gülüp geçerdi.
Ama burası 'Mümkün'ler Cumhuriyeti.
Ahmet Hakan, geçen hafta Hürriyet'in kaptan köşküne taşındı.
Hürriyet'e 2007 yılında köşe yazarı olarak transfer edildiğinde "Ne işi var bu takunyalının" diye ortalığı ayağa kaldırmışlardı. Şimdi en çok onlar sevindi.
Kabul...
Ahmet Hakan; iyi bir kalem, iyi bir gazeteci, iyi bir televizyoncu…
Ve en önemlisi gazetesindeki "en sağlam" Kemalist...
O koltuğu fazlasıyla "hak ediyor" yani.
 
 
Yeni medya düzeni
 
Kemal Öztürk'ü Yeni Şafak'ta beğenerek okuyordum. Gazeteyle fikir ayrılığına düşünce bıraktı. Yazmaya değil konuşmaya karar verdi ve zamanın ruhuna uyup bir YouTube kanalı açtı.
İlk olarak Bülent Arınç ile röportaj yaptı. Sonra Temel Karamollaoğlu ile... Sırada Ertuğrul Özkök varmış.
Arınç mülakatı, gündemi değiştirdi. Sosyal medyası, geleneksel medyası hepsi onun başlattığı tartışmanın peşinden gitti.
İşte yeni medya düzeni budur. Büyük yatırımlara, dev bütçelere hiç lüzum yok. Bir kamera, bir adam yeter.
Kemal Öztürk'ü ve konuklarını daha çok konuşacağız...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.