Ekmeleddin İhsanoğlu: Osmanlının altı yüzyılı bilim adına dolu doluydu

Osmanlı ve bilim konusunda ideolojik peşin hükümler olduğunu söyleyen Ekmeleddin İhsanoğlu “Âlimlerin bilime karşı bir sözleri olmadığı gibi aksine teşvik eden ifade ve işleri vardı. Hatta modern mekteplerin ilk hocaları ulemadandı” diyor.
MURAT ÖZTEKİN'İN RÖPORTAJI
Ekmeleddin İhsanoğlu, -her ne kadar son yıllarda politik tecrübeleriyle hatırlansa da- aslında bilim tarihi üzerine yaptığı çalışmalarla dünyaca tanınmış bir Türk bilim adamı… Otuz senedir kaleme aldığı eserlerle özellikle Osmanlıda yapılan bilimsel çalışmaları aydınlatan İhsanoğlu, “İslam ve bilim” konusundaki ön yargıların da azalmasına vesile oldu. 80 yaşına yaklaşmasına rağmen hâlâ kitap çalışmalarına devam eden İhsanoğlu “Osmanlı Modernleşmesinde İlk Adımlar” adlı eserini geçtiğimiz aylarda Ötüken Neşriyat’tan okuyucuyla buluşturdu. Biz de bu vesileyle kendisinin kapısını çaldık. Âdeta küçük bir klasik sanatlar müzesi olan salonunda bizi karşıladı. Meşhur hat sanatçılarının eserlerine duvarlarında yer veren İhsanoğlu’nun Cumhurbaşkanı Erdoğan’la olan fotoğrafını masasındaki kareler arasında tutuyor oluşu da dikkatimden kaçmadı… Ve kendisiyle hayatına dair kültür odaklı bir sohbet gerçekleştirdik…
Kahire’de hayata gözlerinizi açmışsınız. Sizi çocukluğunuzda kitaplara ve okumaya teşvik eden şey neydi?
Mısır’da bulunduğum ortam çok farklıydı. Çünkü babam, bir bilim adamıydı. Rahmetli peder, üniversitede Türkoloji kürsüsünün kurucusuydu. Aynı zamanda dinî ilimler müderrisiydi. Çok yönlü bir eğitim ve kültür faaliyetiyle meşgul olduğu için hâliyle evimizin içerisi kitap doluydu. Babamın vefatından sonra okurken bana Millî Kütüphane’de görev verdiler. Orada çok sayıda el yazması ve erken dönem basma Osmanlıca eserler vardı. Tabii, bu eserlerle meşgul olmanın ayrı bir cazibesi var.
Bildiğimiz kadarıyla o devirde Mısır’da entelektüel bir Türk grup da varmış...
Evet, babamın biyografisinde detaylı şekilde izah ettiğim gibi Kahire’de üç nesle mensup Türkler vardı. Babam ikinci nesle aitti. Birinci nesilden Mehmet Akif, Şeyhülislam Sabri Efendi ve onun vekili Zahid Efendi vardı. Babam onlardan sonraki nesle mensuptu. Nitekim Sabri Efendi’nin oğlu İbrahim Sabri ile akrandı. Fakat herkesin kendine has bir düşünce ve hayat tarzı vardı. Benim çocukluğumda bu nesle mensup birçok kişi rahmet-i rahmana kavuştular.
EVDE TÜRKÇE KONUŞULURDU
Peki, evinizde hep Türkçe mi konuşuluyordu?
Evde Türkçe konuşulurdu. Çocuklukta çeşitli vesilelerle Latin harflerini de öğrendim. 1964’ten 1970’e kadar Abdülhak Hamid, Mehmed Akif, Yahya Kemal gibi Türk edebiyatçıların eserlerinden Arapçaya tercümeler yapıp yayınladım. Ayrıca Türk hikâye antolojisi ile bir piyesi Türkçeden tercüme ettim. Bunlar büyük ilgi gördüler.
Ekmeleddin İhsanoğlu “Akademik çalışmalar ve kırılmalarla dolu bu hayat size ne öğretti?” soruma “Dikkatli olmayı, müteyakkız bulunmayı ve Allah’a tevekkül etmeyi öğretti” diye cevap veriyor.
AKİF’İN ESERİ HAKKINDA SON SÖZÜ SÖYLEYECEĞİM
O yıllarda Mehmed Akif’in yazdığı tefsiri de onun isteği ile yaktınız. Bir isteği yerine getirdiniz ama pişman mısınız?
Bu konu çok tartışıldı ama inşallah önümüzdeki sene mevzu hakkında son sözü söyleyeceğim.
Üzerinde pek çok kitap kaleme aldığınız bilim tarihi merakı 70’lerde Türkiye’ye geldiğinizde mi başladı?
Fen fakültesinde ikinci sınıftayken “Araplarda Bilim” diye seçmeli bir ders aldım. Basit şeyler anlatılırdı ama bilim tarihi merakı bana bir mikrop gibi girmişti. Okumaya ve kitap toplamaya başlamıştım. Sonra Türkiye’ye gelince, Yozgat’ta babamın kütüphanesinde bulunan kitapları gözden geçirdim. Mühendishane Başhocası İshak Efendi’nin fen bilimlerine ait kitabını bulunca bu merak, farklı bir şekle büründü. Kendi kendime “Osmanlı mimaride, edebiyatta, muhteşem eserler vermiş. Niye bilimde vermesin?” diye düşünmeye başladım ve araştırmalarımı bu yönde ilerlettim.
İDEOLOJİK TAKINTILAR VAR
Günümüzde İslam ve bilim, Osmanlı ve bilim irtibatı hâlâ tartışılıyor. Biraz da konular değişiyor. Ne dersiniz?
Yüzyıllık bir kanaati gidermek kolay iş değil. Bu kanaatin oluşmasının en büyük sebebi ideolojik takıntılar. Bunun yanında fotoğrafın tamamını görmeme durumu da mevcut. 1980’li yılların başında Cambridge Üniversitesinde bir tebliğ verdim. Tebliğde o dönem geçerli olan “Osmanlı uleması modern bilime karşıydı” tezini inceledim. Ancak buna dair hiçbir delilin olmadığını gördüm. Âlimlerin bilime karşı bir sözleri olmadığı gibi aksine teşvik eden ifade ve işleri vardı. Hatta modern mühendishane ve tıp mektebinin ilk hocaları ulemadandı. Ulema, matematik, tıp ve astronomi bilen insanlardan oluşuyordu. Modern bilime dair Osmanlıdaki ilk eserleri de onlar kaleme aldılar. Osmanlının altı asrı bilim adına dolu dolu geçti.
Peki bu, niçin devam etmedi?
Çünkü Osmanlının gücü devam etmemiş. Bu biraz ekonomik ve siyasi hadiselerle de bağlantılı. Avrupa ekonomilerinin gelişmesinin Osmanlı üzerine menfi tesirleri olmuştu.
Ekmeleddin İhsanoğlu, evinde sorularımızı cevapladı
MATBAADA BASILAN KİTAP TEKRAR HATTATA YAZDIRILMIŞ
Peki, Osmanlı, Batı’nın üstünlüğünü kabul edip onun teknolojik araçlarını almaya başlamakta çok istekli davrandı mı?
Osmanlı-Avrupa münasebetlerinde, çok mühim bir faktör var. O da psikolojik üstünlük meselesi. Osmanlı, Avrupa’ya karşı başlangıçtan itibaren kendinde bir psikolojik üstünlük görüyor. Viyana’ya kadar iki defa gidip dönünceye kadar bu böyle kalıyor. Ancak sonra durum değişiyor.
Ya meşhur matbaa meselesi…
Matbaanın kuruluş tarihi bizi yanlış düşünceye sevk etmesin. O zaman toplum, kendi el yazması kitaplarını üretiyordu. Hattatlar, kâtipler, müstensihler vardı… “Bana şu kitabı yaz” dediğiniz zaman göze hoş gelen size has bir eser ortaya çıkıyordu. Bir elyazması eserlere bakın, bir de o zamanki matbaacıların bastıkları kitabın estetik kalitesine... Çok enteresan bir şey söyleyeceğim: O zaman biri, Müteferrika’nın matbaada bastığı bir eseri önce almış, sonra hattata yazdırmış. Düşünebiliyor musunuz?
KÜLTÜRÜ KORUMA GAYRETİ VARDI
Peki, Osmanlı bu yenilikleri alırken kendi kadim kimliğini muhafaza edebildi mi?
Bunu muhafaza etme hususunda ben çoğu düşünürden farklı bir kanaatteyim. Osmanlılar bir sentezin gayreti içindeydiler. Mesela hukuk mektebi kuruluyor orada Roma hukukunun yanında fıkıh okutuluyor. Yani kültürü korumak adına bir gayret var.
“Tamam, Osmanlıda bilim vardı ama yeni bir keşif ortaya çıkaramadı” deniliyor. Bu söz ne kadar haklı?
Kuruluştan Takıyüddin’e kadar bir ilerleme var. Takiyüddin ise zirve... Onun rasatlarında çok önemli astronomik tespitler var. Ayrıca matematik ilmi açısından yeni katkıları oluyor. Zaten keşif dediğiniz şey, literatürde olmayan bir şey bulmaktır. 1830’lu yıllarda kurulan tıbbiye, daha yüz sene geçmeden Behçet isimli bir doktor sayesinde bir hastalık keşfediyor. Fakat bu “düğmeye bastım ışık yandı” hızında olmuyor.