Gerilim dolu eserleriyle tanınan Fransız yönetmen Yann Gozlan, “Dalloway” (“Yapay Zekâ”) adlı son filminde makinelere dair karanlık beklentileri, sanatçı rezidansında ilhamını kaybetmiş bir yazarın hikâyesi üzerinden ele alıyor. Eserde Cécile De France, Mylène Farmer ve Anna Mouglalis başrolleri paylaşıyor.

SANATÇI REZİDANSINDA NELER OLUYOR?
Eserde evvela Clarissa adlı bir edebiyatçıyla tanışıyoruz. Kendisi güne bir sahil kasabasından başlıyor gibi görünüyor ama kısa zaman sonra bunun bir dijital illüzyon olduğunu anlıyoruz. Clarissa, Paris’teki sanatçıları desteklemek için kurulmuş bir rezidansta ikamet ediyor. Yeni teknolojilerle donatılmış bu dairede, yapay zekâ asistanı Dalloway’in desteğiyle romanını yazmaya çalışıyor. Ancak Clarissa, birçok edebiyatçı gibi üretememe sıkıntısından mustarip görünüyor. Bu arada daha evvel kaybettiği oğluna dair acıları tazeleniyor. Kendisini destekler gibi görünen yapay zekâ asistanı ise giderek daha fazla müdahaleci olmaya başlıyor. Orada karşılaştığı Mathias adlı bir sanatçı ise rezidansa dair enteresan şeyler anlatıyor. Bu durum yazar Clarissa’yı, arka plandaki CASA adlı teknoloji şirketinin niyetlerine dair sorgulama yapmaya itiyor. Acaba bir manipülasyon ağının içinde mi bulunuyor?
YAPAY ZEKÂ REVAÇTA
Evet, yapay zekâ mevzuu arthouse’tan sıradan gişe filmlerine kadar sinemada hiç olmadığı kadar hikâyelerin merkezine yerleşmiş hâlde. Galiba bu durumun altında, makinelerin sinemayı diğer sanatlardan daha çok tehdit ettiği hakikati yatıyor. Yönetmen Yann Gozlan, “Dalloway”de bu durumu bir yazarın dünyasıyla ve gelmeyen ilhamla irtibatlandırarak oldukça aktüel bir eser ortaya çıkarıyor.
Eserin bütçesinin bir bilim kurgu için düşük olması filmi birçok cepheden sınırlandırmışa benziyor. Ancak bu handikap, merak uyandırıcı hikâye ve tesirli oyunculuklar sayesinde büyük ölçüde aşılıyor. Cécile De France, başrolde akıllarda yer edinecek bir performans sergiliyor.
ÖZGÜRLÜK MASALI
Filmde, yapay zekânın sanatçıları istismar ederek eğitilmesi ve sanatı tekdüzeleştirme tehlikesi vurgulanıyor. Yapay zekânın giderek daha müdahaleci olduğu bir dünyada özgürlük diye bir mefhumun ne kadar mümkün olacağı konusu da film boyunca tartışılıyor. Yönetmen arka planda bir pandemi atmosferi de meydana getirerek dijital çağda demokrasinin aslında bir yanılmasa olduğunu göstermek istiyor.
Ancak dakikalar ilerledikçe kapalı mekân gerilimine dönüşen eser, sathi yanlarıyla bazen seyircinin duygusal bağ kurmakta zorlanacağı bir hâle bürünüyor. Sanki biraz da orijinal fikir eksikliği filmin fikri yanını sarsıyor. Bu anlarda “Acaba bu işte de yapay zekânın bir parmağı var mı?” diye düşünmeden edilemiyor!
Hasılı “Dalloway”, yapay zekâya dair aktüel endişelerin resmedildiği, merak uyandırıcı, seyircisini sorgulamaya iten ama kusurları olan bir eser…

HAFTANIN DİĞER FİLMLERİ