Dinle
Kaydet
Türkiye Gazetesi
İlahiyatların misyonu!
0:00 0:00
1x
a- | +A

Türkiye’de ilahiyatların ve imam hatiplerin temel misyonu nedir acaba? Bu suali vatandaşlara sorsak muhtemelen dinimizi en güzel bir şekilde öğretmek, iyi din adamları yetiştirmek, nesillerimizi iyi ve güzel ahlaklı kılmak... gibi cevaplar alırız.

Peki bilhassa şu son otuz yılın sonunda gelinen ahlaki çöküntüyü gördüğümüzde neler düşünüyoruz? İnsanımız bu çöküş neden, nereye doğru gidiyoruz diye büyük bir endişenin içine düşüyor.

İnsanımızın bu büyük kaygısını İlahiyatçılarımız da hissediyor mu acaba? Yoksa onlar hâlâ bin yıllık İslam tarihimiz ile uğraşmayı marifet mi sanıyorlar? Yeni nesillere biz ne verdik ne veriyoruz diye bir sorgulamanın içerisine giriyorlar mı?

Bu durum gerçekten endişe vericidir.

Sayın Cumhurbaşkanımız 15 Temmuz işgal girişiminden sonra, FETÖ örgütünün dini kullanarak gençleri ifsat edişi karşısında Diyanet ve İlahiyat camialarına yıllarca sessiz kalmalarından dolayı çok yakınmış hatta açıkça tenkitler yöneltmiş ve "neden bunlara cevap vermediniz!" demişti.

Bu çıkış üzerine o zamanki Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez giderayak FETÖ’nün dinsizliğini açıklayan bir rapor hazırlatmıştı. Bu raporu okuyanlar dehşete düşmekten kendini alamaz. Gerçekten raporda FETÖ elebaşı Gülen, dinle diyanetle, İslam’la alakası olmayan zındık bir kişi olarak lanse edildi. Fakat işin hazin tarafı raporun kim tarafından ele alındığı bir türlü anlaşılamadı.

Mehmet Görmez bu rapora imzasını atamadı. FETÖ projelerinden geri adım atmayınca da Diyanet İşleri Başkanlığından alındı.

O zamanlar oldukça zor bir duruma düşmüştü. Bütün şimşekleri üzerine çekmişti. Herkes hesap verirken yıllarca Diyanet’in en tepesinde olup da ses çıkarmayanlar sorgulanmayacak mıydı?

Fakat Görmez, şimdilerde adı taciz, uyuşturucu ve bunlardan güç devşiren, menfaat temin eden bir örgüt adıyla anılan Mehmet Akif Ersoy’un Habertürk TV’deki programında sık sık arz-ı endam ederek kendini aklamaya çalıştı. Sanki birileri tarafından hep özel olarak korundu. 15 Temmuz gecesindeki rolü ve salaları susturma teşebbüsünün üzeri hep örtüldü.

Hâlbuki kendisi 2003-2017 yılları arasında başkan yardımcılığı ve başkan sıfatıyla 15 yıl boyunca Diyanet’in en tepesinde bulunan isimdi. FETÖ’nün dini ifsat eden ve gençlerin mahvolmasına zemin hazırlayan faaliyetlerine uyarı yapmaması sorgulanmalıydı.

Bugün de maalesef Diyanet ve İlahiyat camiası içindeki bazı akademisyenler tarafından dini ifsat eden faaliyetler tam gaz devam ettiriliyor. Selefilik adı altında İslamiyet üzerinde akılalmaz tahribatlara imza atıyorlar. Bunlara kim dur diyecektir!

Zira bu gidişat gençlerimiz üzerinde tahribatı daha da artıracaktır. Neticede milletimizin İslam’ı doğru bir şekilde öğrenmiş iyi ve güzel ahlaklı bir nesil beklentisi hep akim kalacaktır.

Görmez ise hiçbir zaman durmadı. Bir taraftan İDE adını verdiği kuruluşta bir taraftan da KURAMER’de dinler arası diyalog çalışmalarını devam ettirdi. Fas’ta dinler arası diyalog savunucularından Taha Abdurrahman’ın kitaplarının Türkçeye çevrilmesini sağladı. Kendisini Türkiye’ye getirterek bir dizi konferanslar verdirtti.

Daha iman esaslarında birleşemediler!

Öyle sanıyorum ki ilahiyatlar bu açıklamama şöyle cevap verebilirler: Biz, tartışma zemininde ilim adamı yetiştiriyoruz. Millet, gençlik bizim işimiz değil...

Şayet böyle ise milletin de bu durumu bilmesinde fayda var. Öyle ya millet bu zât-ı muhteremlere en büyük din adamı nazarıyla bakıyor, kıymet veriyor. Dinimizle ilgili meseleleri onlara soruyor. TV’lerde din adına onlar konuşturuluyor.

Çalışmalarına sözlerine baktığımızda ise henüz kendileri imanın şartları konusunda dahi anlaşabilmiş değiller.

Nitekim Ankara İlahiyat'ın ilklerinden olup iman esasları konusunda doktora çalışması yapan Hüseyin Atay iman esaslarını beşe düşürürken kaderi inkâr etmişti! Eh, yol bir kere açılmıştı. Ondan sonra gelenler de diğerleri ile uğraşacak ve elli sene geçmeden neredeyse iman esası diye bir şey kalmayacaktı.

Yaşar Nuri Öztürk, Kur'ân çalışmaları ile tanınırken iman esaslarını üç olarak belirleyecekti! Allaha, ahiret gününe inanmak ve iyi Müslüman olmak diye yazacaktı...

Bir dönem FETÖ elebaşı muhakkikin yaklaşımı diyerek iman esaslarını dörde düşürecekti!..

Allah’a, peygamberlere, ahiret gününe iman dedikten sonra dördüncüsünü ubudiyyet veya adalet diyerek belirleyecekti. Böylece imanda, “veya” yani "şüphe" kavramıyla da tanışacaktı millet!.. Oysa iman şeksiz ve şüphesiz olarak inanmak ve iman etmekti. Onu yıkmıştı. İki de yeni şart ortaya çıkarmıştı: Ubudiyyet ve Adalet!..

Artık hangisini seçerseniz. Bu arada Meleklere, Kitaplara iman ile Kadere iman onda yoktu. Yıllarca onun yanında çanta gibi gezen, Abant toplantılarında boy gösteren ilahiyatçılar da nedense hiç tepki vermemişlerdi.

Bırakın tepki vermeyi "Hoca Efendi" diyerek övgülerle anlattıkları FETÖ elebaşı hakkında yüksek lisans ve doktora tezleri hazırlatmaya başlamışlardı. Son dokuz yıldır neden hazırlattırmıyorlar, neden bozukluklarını ortaya koydurmuyorlar bilinmez. Şunu da belirtelim ki FETÖ elebaşında Peygamberlere iman kısmında Peygamber efendimiz yoktu. O, diyalog uğruna oradan çıkarılmıştı. Bunu da gözden kaçırmamalıdır!

Bütün bunları yaparken aynı zamanda ilahiyatçı olmakla övünen Prof. Dr. Ahmet Akgündüz onun için, “%100 veliyyullah olduğuna inanıyorum” diyecekti. Mustafa İslamoğlu ise, “biz onun terliği dahi olamayız” diye övecekti!

Mezhepler tarihi ile ilgilenen ve hak mezhepleri ortadan kaldırmak için var gücüyle çalışan Prof. Dr. Hasan Onat da elbette bir Kur’ân açıklaması yapacaktı. Yapmasa eksik olurdu! İman esaslarını o da ortaya koymuştu. Peki bu hususta o ne demişti. Buyurun:

“Bir insan, hangi mezhepten, hangi meşrepten, hangi ırktan olursa olsun, eğer Kur’ân’da belirtilen temel iman esasları olan Allah’a, Ahiret gününe ve Hazreti Muhammed’in peygamber olduğuna inanıyorsa Müslümandır.”

Haydaaa… Şimdi de farklı üç şart ortaya konuldu. Dikkat ederseniz imanın altı şartı Yaşar Nuri gibi bunda da üçe düştü. Fakat biri değişti. İyi Müslüman olmanın yerini Hazreti Muhammed’e inanmak aldı. Meleklere inanmak, kitaplara ve kadere inanmak burada da yok. Peki Peygamberlere inanmak nereye gitti. Tek bir peygamber mi oldu! Müslümanlar için yani Muhammed aleyhisselamın ümmeti için sadece kendi Peygamberine iman yeterli mi oldu?

Akıl alır gibi değil. Peygamberlere iman demek; hepsinin (124 binden fazla peygambere ve Kur’ân-ı kerimde ismi bildirilenlere) Allahü teâlâ tarafından seçilmiş sadık, doğru sözlü olduklarına inanmak demektir. Onlardan birine inanmayan kimse hiçbirine inanmamış olur.

Görüldüğü üzere amentüde imanın esasları ile ortaya konan, Kur’ân-ı kerimde net bir şekilde bildirilen iman esasları "ilahiyatçılar" elinde darmadağın oldu! Bunları okuyan ve dinleyenler imanın şartlarını dahi bilemeyeceklerdir!..

Akıllarına göre din!

Peki bütün bu kargaşa neden ortaya çıkıyor. İlk olarak ölçü ve usuller değiştirildi. Tartışma zemininde bir ilim dalında kişinin hataya düşmemesi için usul ve metod ilk önce öğretilir. Dinî ilimlerde de öncelikle dinin delilleri verilir. En vasat bir Müslüman bilir ki dinin delili (edille-i şeriyye) dörttür. Bunlar; Kitap, Hadis, İcma ve Kıyastır... Kıyas yani ictihadı da ehil olan müctehid âlimler yapar. Elbette herkesin kıyası delil olmaz.

Atay ve Onat gibi ilahiyatçılara göre ise dinin kaynağı ikidir: Vahiy ve akıl... Bunlar da birbirini tamamlamak üzere varmış! Akıl, vahiy dışında her şeyi tenkit ve tahlil edebilirmiş.

Nitekim şöyle diyor Onat: “İslam dini Allah katından Hazreti Muhammed’e gelen vahyin etrafında şekillenmiş olan dinamik bir dindir. İki önemli kaynağı vardır: Vahiy ve akıl… Vahiy dinin özünü içerir. Müslüman insan, vahyi aklıyla anlar, vahiyden yararlanarak kendi din anlayışını kurar…” (Hasan Onat, Türkiye’de Din Anlayışında Değişim Süreci, İst. 2022, s.142)

Vay vay vay! Müslümanlar kendi din anlayışlarını kendileri kuracaklar! Öyle ya herkesin kendince bir aklı var. Öyleyse dinî anlayışını kendine göre kursun!

İnsanın, bu ilahiyatlar niçin var, niçin ders verirler, bunca masraf niçin, bunca zaman israfı niçin... diyesi geliyor. Hazır Kur’ân’ın meallerini de yapmışsınız. Herkes okuyup anlıyor. Bırak kafasına göre dinî anlayışını kursun yaşasın! Siz niye varsınız? Gidin domates, biber, fasulye yetiştirin ve satın, anladığınız dini de yaşayın. Hiç akıllarına bunlar gelmiyor mu anlamak mümkün değil!

İmanın şartları ile alakalı şu ifadelere karşı İlahiyatlardan ve Diyanet’ten bir ses yükseliyor mu? Varsa biz de bilelim.

Yazık, sonra da gençliğimiz nereye gidiyor diye hayıflanıyoruz. Koskoca ilahiyat profesörleri nereye gitmiş önce ona bakmak lazım!..

TEFEKKÜR

Yâ Rab hemîşe et lutfunu reh-nümâ bana

Gösterme ol tarîki ki gitmez Sana bana.

Fuzûlî

(Ya Rabbi lütfunu her zaman bana yol gösterici kıl.

Sana ulaşmayan yolu bana gösterme.)

Ahmet Şimşirgil'in önceki yazıları...

ÖNE ÇIKANLAR