Önce insanlar mı hayvanlar mı?

Sesli Dinle
A -
A +
Geçen hafta cuma günü yayınlanan sokak köpeklerinin sebep olduğu acılar ve problemler üzerine yazımdaki görüşler özellikle sosyal medyada çeşitli değerlendirmelerle ve yorumlarla karşılaştı. Bunların çoğu yazıda dile getirilen fikirlerle hemfikirdi. Az sayıda kişi itiraz etti; farklı yorumlar yaptı. Sayıları az ama ısrarları ve hatta inatları fazlaydı. Bu yüzden aynı konuyu tekrar ele almamın uygun olduğu kanaatindeyim...
 
Probleme bakışta radikal bir perspektif var. Buna göre dünya sadece insanlara ait olmaktan uzak. Dünyada yaşayan her canlının dünya üzerinde hakkı var. İnsanı merkeze koyan yaklaşımlar hatalı. İnsan dünyadaki ne tek ne de en önemli canlı türü; diğer canlıların hayat alanlarına ve varlıklarına müdahale etmeden yaşamayı öğrenmeli. Hatta diğer canlıları (ve cansızları) dikkate alacak yeni bir vatandaşlık kavramı geliştirilmeli…
 
Bu görüşün, sadece kâğıt üzerinde kalmaya mahkûm, hoş ama boş bir fantezi olduğu hayatın gerçeklerinden anlaşılıyor. Bir defa, dünyada var olduğuna inanılan ‘barışı’ bozan ilk ve tek varlık insan değil. Canlılar arasındaki hayat bir bakıma canlı türlerinin birbirine saldırması ve varlıklarına son vermesi üzerine kurulu. Bu insanın ne sebep olduğu ne de değiştirebileceği bir gerçek. Gücü yeten hayvanlar gücünün yettiği hayvanları avlıyor, öldürüyor. Söz gelimi ormanların kralı olarak bilinen arslan hemen hemen her canlıyı öldürme peşinde. Ancak arslanlar da örneğin sırtlan grupları tarafından yok edilebiliyor. Dünyada işler bu çerçevede ilerliyor. Bunun değişeceğine, değişebileceğine dair hiçbir işaret de yok. Dolayısıyla, insan ne diğer canlılara karşı yırtıcılık gösteren tek varlık ne de yırtıcılığın başlangıcını yapan özne.
 
Dünya elbette sadece insanlara ait sayılmaz. Ancak, insan hayvanlardan farklı özelliklere sahip. İnsan akıl sahibi. İnsan düşünüyor ve fikir üretiyor. İnsan üretim yapıyor. İnsan kural üretiyor. İnsan sosyal düzen oluşturuyor. Bu özellikler diğer canlı türlerinin çoğunda hiç yok; bir miktar olduğu düşünülenler de bu bakımdan insanlarla karşılaştırılamayacak kadar ilkel.
 
Hayvanlar daha ziyade yaratılışlarından gelen içgüdülere ve ihtiyaç duygularına dayanarak hareket ederken insan türü içgüdüleri de hayatında kullanmakla beraber hiçbir surette sadece içgüdülere dayanan bir hayat yaşamıyor.
 
Bu, ister istemez, insanı bir anlamda ve bir dereceye kadar dünyanın efendisi hâline getiriyor. Tarih boyunca insanların hayvanlara üstün ve onlara egemen olduğu görülüyor. İnsan bazı hayvanları evcilleştirmiş. Bazı hayvanların fiziksel gücünden yaralanarak medeniyeti kurma yolunda ilerlemiş. Örneğin toprak sürmede, eşya taşımada, hayvanlar insanların yardımcısı olmuş. İnsanlar yararlandıkları hayvanları tabiatın acımasız türlerine karşı korumuş. Onların hayatını garanti altına almış. Tek başına tabiata bırakılsa fazla uzun yaşayamayacak varlıklar insanın bu tutumu sayesinde hayatta kalmış. Bugün de soyu tehlikede olan hayvanların varlığını sürdürmesi büyük ölçüde insanlar tarafından koruma altına alınmalarına bağlı. Yani insan hayvan ilişkisinde hayvanlar her defasında ve mutlak anlamda zararlı çıkmamış.
 
Bu nedenle insanı dünyanın merkezine koyan bir yaklaşım akla da, ahlâka da, realiteye de daha uygun. Bunun böyle olması, yani yeryüzünde egemen varlığın insan olduğu bir düzen insan tarafından değil, Yaratıcı tarafından var edilmiş veya dünya böyle işleyecek biçimde kurulmuş. Bundan dolayı, önce insan demek gerekir. Bu, havanların tamamen ihmâl edilmesi ve görmezden gelinmesi anlamına gelmez ama dünyada asıl olan daima insan ve hayvanlar her zaman insana nispetle ikincil konumda.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.