Koca Yusuf

A -
A +

Tosun Bey'in adamları ve çetecilerle bütün adamları yanan koca köyde alevler ve kara dumanlar arasında birbirleriyle ölesiye vuruştular. Korkunç bir boğazlaşmaydı bu. Ne yazık ki, kurunun yanında yaş da yanmıştı. Yusuf ise, Nikofski'nin peşindeydi, köşe bucak caniyi arıyordu. Bu sırada, kilise iyice tutuşmuştu. Dumanlar, ilkönce Yusuf'un daha sonra Nadya'nın kapatıldığı kuleye ulaşmıştı. Kulede biri vardı. Silah sesleriyle daldığı derin hayallerden uyanan kuledeki, pencereye koşmuştu. Güneş ışığı, iyice zayıf düşmüş bir genç kızın yüzünü aydınlattı. Bu Nadya'ydı. Nadya, dehşet içinde, aşağıdaki kanlı savaşı seyrediyordu. Kulenin penceresinden, evlerinin yanışını, annesinin öldürülüşünü seyretti. Bağırmak istedi, bağıramadı, sesi çıkmıyordu. Kuleye kapatılalı 13 gün olmuştu. Her gün bir parça ekmek ve bir bardak sudan başka birşey vermemişlerdi. Babası, "Öldürecem. Hele şu isyan başariya ulaşsın, seni kendi ellerimle öldürecem" demişti. Annesiyle bir defa olsun görüşmesine izin vermemişti. Nadya, evlerinin kalıntıları arasında gezen Yusuf'u görünce büyük bir heyecana kapıldı... Nadya, Yusuf'u görmüştü. Seslendi, "Yusif! Yusif" diye. Ama kendi sesini kendi zor duydu. Yusuf, duymamıştı, Yine de sevindi, bütün dünyalar onun olmuştu. Demek ki Yusuf, onu unutmamıştı. Evlerinin kalıntılarında onu arıyordu. Nadya, içinde bulunduğu zor durumu unutmuştu. Nadya, Yusuflu hayaller içinde yüzüyordu. Ne olurdu, babası, böyle olmasaydı da, Yusuf'la evlenebilseydi. Babası bu hale nasıl gelmişti, bir insan bu kadar nasıl değişir bir türlü anlayamıyordu. Türklerle kardeş gibi geçinen bir kimse, onları nasıl acımasızca katletmişti, hem de papazların söylediği ilahiler arasında, papazlarla birlikte. Nadya, bu olanları bir türlü anlayamıyordu. Nadya'nın acı acı boğazı yanmağa, öksürmeğe başlamıştı. Gözleri yaşarmıştı. Bulunduğu odada göz gözü görmez hale gelmişti. Nadya, annesini çok özlemişti. Ne olur annesi şimdi yanında olsaydı. O ne? Dumanlar içinde annesi kendisine doğru geliyordu, arkasında da Yusuf. Nadya, halsizce elini onlara doğru uzattı. Seslendi, "Anne! Anne! Yusif! Yusif!" diye. Son sözleri, anne ve Yusif, oldu. Ondan sonra karanlıklar içinde, karanlıkta kaldı. Yusuf, yanan köy içinde ordan oraya koşturup duruyordu. Bir anda, yolu, köy mescidine düştü. Köy, Bulgar, köyü olmasına rağmen, burada görev yapan Türklerin gitmesi için bir mescit yapılmıştı. Köyde, tek yanmıyan bina bu kalmıştı. İsyancı Bulgarların gözünden kaçmıştı. Tabii ki, Tosun Bey'in adamları da bu mescidi korumuşlardı. Mescitten sesler geliyordu. Yusuf, hemen mescidin kapısını açtı. İçerisi kadın ve çocuklarla doluydu. Başında sarığı elinde martini tüfeğiyle Yusuf'u gören kadınlar ve çocuklar ağlamağa ve yalvarmağa başladılar: -Anne! -İsa Meryem için bize dokunmayin! -Ne olir bizi öldürmeyin! Yusuf, elinde tüfek kapıda kala kalmıştı. Silahını doğrulttu. Bir anda bütün sesler kesildi. Mescittekilerin yüzlerine ölüm korkusu sinmişti. ¥ DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.