Peki!.. İnsana yakışan hangisi?..

A -
A +
İnsanlar sadece kendi başlarına gelenler ile değil başkalarının başına gelen felaketler karşısındaki duruşları ile de imtihan edilir.
Koronavirüs salgınında maske, eldiven, dezenfektan ve ateş ölçer ihtiyacındaki artışın haksız kazanç peşindeki birçok fırsatçının iştahını kabarttığını biliyoruz.
İzmir'deki deprem sonrası da ağır ve orta hasarlı binaların can güvenliği nedeniyle kullanımı yasaklanıp kiralık evlere talebin artması üzerine bazı fırsatçıların depremi fırsata çevrime yoluna girdiği, kiralık evlerin fiyatlarında anormal artışlar olduğu şikâyetleri hayli arttı.
Toplumun önemli bir kesimi felaketten fırsat ve menfaat üretenlerin geçmişinden gelen alışkanlıklarından beslenen “mayası bozuklar” olduğu kanaatindedir. Ancak kimin mayası bozuk olduğu, sahada iş başa düştüğünde ortaya çıkar.
Bazen de felaketlerin insanların yüreklerinde saklı kalmış iyilikten beslenen fay hatlarını harekete geçirdiğine ve geçmişteki izleri örttüğüne şahit oluruz.
Her felaket sonrası medyada karamsarlığı körükleyen fırsatçı hikâyeleri yerine umut verici bu hikâyeleri paylaşmak hepimiz için daha faydalıdır. İnsan neyi beslerse oradan büyür. Cezayı değil ödülü beslemek lazım.
Her felaket sürecinde olduğu gibi 1939 Erzincan depreminin de saklı kalmış birçok hikâyesi var. Biz talan hikâyeleri yerine iyi olan ve iz bırakan birini hatırlayalım.
Erzincan’dan başlayıp Kuzey Anadolu hattında uzanan deprem bölgesinde 30 bin insan hayatını kaybetti, 100 binden fazla ev yıkıldı, ağır kış şartlarında dış dünyayla bağlantısı kesilen Erzincan'da can pazarı yaşandı.
Bölgede enkaz kaldırma ve can kurtarma için ayakta ve hayatta olan herkesten yardım istendi.
Dönemin Erzincan Cumhuriyet Savcısı İzzet Akçal, cezaevindeki mahkûmları toplar ve onlara şu tarihî cümleleri söyler: “Sizi şimdi kurtarma çalışmalarında görev almak üzere serbest bırakacağım. Aranızda civar köylerden olanlar varsa iki günlüğüne köylerine gidip, ailelerini görebilirler. Ancak bir şartım var; hiçbiriniz kaçmayacaksınız. Canla başla çalışacaksınız. İşimiz bitince cezaevine döneceksiniz…”
Mahkûmlar her sabah enkazdan can kurtarmak için çıkar ve akşam tekrar döner. Her akşam cezaevinde mahkûm sayımı yapılır. Dördüncü Umumi Müfettişlik çektiği telgrafta, mahkûmların enkaz altından bin kişiyi kurtardığını yazar.
Mahkûmların bu iyi niyeti ve fedakârlığı dolayısıyla TBMM'ye bir kanun teklifi verilir. Bu, özel bir af kanununu içerir. Görüşmeler sırasında Erzincan Milletvekili Abdülhak Fırat şöyle der: “Biliyorsunuz ki, bu insanlar hakikaten hayatlarında bazı günahlar işlemiş, hatta can acıtmışlardır, fakat buna mukabil yüzlerce can kurtarmak suretiyle yararlıklar ve fedakârlıklar, ahlâkî birçok vasıflar da göstermişlerdir.”
Af kanunu Resmî Gazete'de yayımlanır ve yürürlüğe girer. Bu af kanununa göre 241 mahkûm; iyiliğin kötülüğe zaferi, kötü insanların iyi insan olması demektir. Bu karanlığı aydınlığa çevirmekte görev alan mahkûmların, mahkûmiyet sürelerinin beşte dördü affedilir.
Bu iyiliğin kötülüğe zaferi, umutsuzluğu umuda, karanlığı aydınlığa çevirmekti,
İyilikle kötülük, değer katmakla parça kopartmak, merhamet ile acımasızlık, arasında duran tercihlerin her biri insana ait… Kötülük yapmakta iyilik yapmakta tesadüfi bir şey değildir ihtiyaridir isteyerek yapılır.
Peki insana yakışan hangisi?..
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.