Ali Sami Yen'i erken yıktılar...

A -
A +

Adam kendini bildik bileli işçiydi. Sabah erken kalktı ve bir gün önce kendisine tebliğ edilmiş olan görevi yerine getirmek için kamyona bindirilecekleri yere doğru yola çıktı. Ayaz vardı. Yakalarını kaldırdı ve yürüyerek giderse bir sonraki duraktan binerek yapacağı tasarrufu kararlaştırdığına sevindi. Oradan binmekle minibüs parasını aradan çıkartmış oluyordu. Kumanyayla öğleni geçerse, akşam "lig tv yayını vardır" yazılı kahvede maçı da seyredebilecekti. Hayatında hiç duymamıştı Wikileaks diye bir şey. Öylesine bir adamdı işte. İki çocuk okutuyordu. Ve o gün, bir gecekondu yıkımına gidiyordu. Kendisi de bir gecekonduda oturuyordu ve iki de çocuk okutuyordu... "Yıkım işlemi kavga dövüş hava kararmadan biterse" diye düşündü kendi kendine, "o zaman bizim kahvede maçı seyrederim" diye söylendi kendi kendine. Garibim Galatasaraylıydı. Neden ve nasıl olduğunu bilmeden olmuştu işte. Gecekondu yıkmanın ne demek olduğunu içi acıyarak ve yaşayarak bildiği için işine sövdü. Ama ekmeğini oradan çıkarıyordu. O bir buldozer operatörüydü... *** Zor bir gündü... Salya sümük yaşanmış bir yıkım daha geride kalmıştı. Kahveye ulaştığında maça beş vardı. Bir yer buldu ve çay söyledi. Maç günleri çay 3 lira oluyor, derbilerde ise "üç çay 10 lira" tarifesi uygulanıyordu. Üç çayı doksan dakikaya bölmeyi hesaplayarak iki yanındaki Beşiktaşlı ile hemen önündeki Fener formalı kahve sakinine baktı hayıflanarak. İçinden geçen "Lan size ne oluyor bu ligin tepesinde bir yeşil-beyaz, bir başka sarı- kırmızı, hatta en tepede bir bordo-mavi formalı var. Belediye'nin turuncu-mavisi bile sizden önde, ama ortada bir tane bu formalardan giymiş biri yok" sözleriydi. Diyemedi... Yutkundu... Çok istiyordu kazanıp onlara dik dik bakmayı 1,5 saat sonrasında. Acımasız hayatın karşısındaki bütün ezilmişliğini Galatasaray alsın istiyordu üstünden. Onun hiçbir ilgisi yoktu Pazarlama AŞ, ya da Su Ada'nın ne olacağı konusunda. Şirket birleşmesi de onu ilgilendirmiyordu, Cemal Özgörkey, Mehmet Helvacı veya Adnan Sezgin'i yolda görse tanımazdı. Onun derdi kendisine hiç sahip olmadığı birazcık saygınlık kazandırması ihtimali olan takımıydı. Galatasaray onu "ben" olmaktan çıkarıp, birkaç saatliğine "biz" yapabilecek tek hayat bağlantısıydı. *** Bitime doğru gelen gol de içini serinletmedi. Önündeki Fener formalının sevinmesini anlamsız buldu ama Beşiktaş formalıları da içten içe kıskandı. Üzülüyordu... Daha çok maç sonrasındaki protestolara üzülüyordu. Kahve yavaştan boşaldı. En sona kalmıştı ve maç sonu görüntüleri izliyordu. Tepkilere yüreği destek veriyor ama olmakta olanlar da ciğerini yakıyordu. Sonra başkanını gördü stat kapısında. Cevaplamaya çalışıyordu soruları. Daha doğrusu göğüslemeye çalışıyordu alengirli ve ruhunu deşerek acıtan soruları. Sonra bir adamın ağlayarak başkana yanaşmaya çalıştığını, hezeyan dolu bir serzenişle ve ağlayarak soru sormaya çalıştığını gördü. Yanındaki hamile eşinden destek istiyordu Galatasaraylı. Başkan ise "yeri burası değil alın bunu buradan" deyince yine kendi içine döndü. O an statta bazı şeylerin sökülüp sahaya atıldığını gösterdi kameralar. İşte o an anladı sözün bittiğini... Yıkımın çoktan başlamış olduğunu anladı... *** Dışarı dar attı kendini. Galatasaray'ının bittiği yeri, çok büyük ve unutulmaz günlerin doğduğu bir statta görmenin üzüntüsünü yaşıyordu. Stat yıkılmıştı yıkım tarihinden çok önce... Kendi kendine söylendi ıslak sokakta yürürken yapayalnız... "Keşke bugün o garibanların evini yıkmaya gideceğime, gidip Ali Sami Yen'i yıkaydım, buldozerimle dalaydım şeref tribününden!.." ----------------------- Ben en iyisi El Classico büyüsünden kendimi kurtarayım da sıradan ve gariban, asla bir kombinesi olamayacak, yeni statta hiçbir zaman maç seyredemeyecek bir Galatasaraylının üzüntüsünü yazayım. Benim örneğimdeki gariban işçi aslında standart Galatasaray aşkıyla yanıp tutuşan vatandaşın ortak fotoğrafıdır. Al Sami Yen'i birkaç hafta sonra yıkıma gidecek ekibin içindeki bir işçidir. Kazmayı vuracak ve dozerle saldıracaktır o sahaya. Onu yazmak istedim... ----------------------- BARÇA'LI OLMAK VARMIŞ... Koca bir takımı pas manyağına çevirip tekme bile atamayacak hale getiren bir futbol anlayışı beni de büyüledi. Rakibi yenmek var, bir de azap çektirerek, zulüm ederek aciz durumlara düşürmek var. Mourinho hep derdi ya; "iyi jokey olmak için önce at olmak mı gerekir" diye... Ey Mourinho... Ve tabii gözü skorboard'daki kendi görüntüsünden başka şey görmeyen ey Ronaldo! Şimdi size sormak isterim: "O geceki gibi maymun olmak için önce muz olmak mı gerekir" diye... POST-İT Arda... Son maçta takımının cephesine dönmüştü ama iş işten geçmişti. Arda ne zaman bırakacak Hiddink ve Oğuz Çetin'in futbolcusu olmayı ve algılayacak önce Galatasaray'ın futbolcusu ve kaptanı olduğunu, işte o zaman kükreyerek ayağa kalkar Galatasaray... Saldırın... Saldırın... Saldırıııın... Meydanı boş bulan buluyor bir hakem, ona saldırıyor. Hakem ise sahayı mülk edinip oyunculardan çıkarıyor acısını. 1,5 saat onun saldırı sahası oluyor orası. Uilenberg diye bir Hollandalı gelip anlatıyor bize oyuncunun nasıl aşağılanacağını. Benim emsallerim Alex'e, Alex ise İbrahim Akın'a saldırıyor. Başkan sığıntıları da görmezden gelerek futbol oyununun ahlak yapısına saldırmış oluyor. Güme gidiyor İlhan Par lak'ın olağanüstü golü. O golün yarısını Alex atsaydı, alimallah alfabenin kapağına koyarlardı resmini. Bir kulüp başkanına "sayın" diyemeden ismini ağzına alamayanlar diğer başkanlara en fazladan saygıyı sadece soyadını söyleyerek gösteriyorlar. Kendi ahlaklarına saldırıyorlar... Kendi menfaatlerine saldıramıyorlar ama... Bense; Arda'ya saldırıyorum batan geminin içinde olmadığı için... Bir gün; hakemlik aleminin ve federasyon şürekasının Wikileaks belgeleri ortaya çıkarsa neler olabileceğini düşünebiliyor musunuz? Hükümet işlerinden daha çok gürültü kopacağı kesindir.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.