Bu benim ramazanım...

A -
A +
“Babam çok sinirli bir insandı. Sofralarımızda sadece çatal kaşık sesi duyulurdu...”
 
 
Mübarek Ramazan-ı şerif gelince, birçoğumuz kaleme kâğıda sarılırız… Çeşitli duygularımızı, hususen yani özellikle de bu mübarek aya kavuşmanın sevinciyle alakalı hislerimizi hatıralarımızı ifade etmeye çalışırız.
Sahi, kalem kâğıt derken, onlar tarihe karışmıştı değil mi? Size başka minik bir anekdottan söz edeyim. Geçenlerde bir yazara kitabını imzalatmak istemiştim… Yazarın kalemi olmadığı için benim kalemimle imzalattım.
"Ooo kalem de güzel yazıyormuş" dedi.
Bendenizde bir havalar bir havalar, görmeliydiniz…
Neyse, yazının başlığından da anlaşılacağı üzere size anlatacağım ramazan benim ramazanım ve ben bu ramazanlar geldiğinde yıllar yılı niçin tedirgin oldum onu sizlerle paylaşmaya çalışacağım...
Ramazan geldiğinde evde çocuklar şen şakrak olurlar değil mi? İftarlarda çeşit çeşit yemekler ayrı bir zevk olduğu gibi sahurlara kalkmak ise çocukların tatlı hayalleridir.
Ama ben ramazanlar geldiğinde içimde tarifi imkânsız bir panik bir tedirginlik duygusuna bürünürdüm.
Elbette ki bu ramazan ayından kaynaklanan bir durum değildi. Elbette ki bu ay sevinçli bir aydı. Bu ayın gelişine sevinmek en doğal olanıydı. Çünkü ramazanlar birlik, beraberlik duygusunun perçinleştiği, dünyevî ve uhrevî kazançların misliyle hak edildiği bir aydır.
Tabii layığıyla hürmet edenler için geçerli bu kural.
Ben mi? Maalesef ben çocukluğumdan beri hiç sevinçle karşılayamadım ramazanları.
Çünkü benim babam çok sinirli bir insandı. Onun için ağzımızı açıp bir laf edemezdik. Sofralarımız ölüm sessizliğinde olurdu. Sadece çatal kaşık seslerinin olduğu sahur sofrasını düşünebiliyor musunuz?
Bir kelâm edecek olsan, hemen kaş göz yapan, yanı başındaysan çimdik atan bir anne... “Susun konuşmayın” ikazları üzerimizde kara bulutlar gibi dolaşırdı.
Öyle bir baskı vardı ki üzerimizde ekmek istersen yer ile yeksan olacakmışsın gibi tedirginlik yaşardık...
Babama annem bile dolduracağı çayı korka korka sorardı. Biz çocuklar babam kızacak korkusuyla çaylarımızı bile tam karıştıramazdık. Şekeri tam erimeden içerdik çaylarımızı hiç ses çıkartmadan…
Ah hele o iftara yaklaşan vakitler yok mu? Bir kâbus gibi çökerdi üzerimize… DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.