Yaşasın, mağdur oldum!

Sesli Dinle
A -
A +

Filmi başa sarıp, 2019 yılında olanlardan başlayalım.

 

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, 31 Mart seçimleri YSK tarafından iptal edilince, “Seçimi iptal edenler ahmaktır” dedi.

 

Seçimi iptal yetkisinin kimde olduğu, iptal edenin kim olduğu belli…

 

Kanun ortada; bunu söyleyen, davalık olmayı göze almış demektir.

 

YSK bu hakareti görmezden gelip, dava açmayabilirdi.

 

Ancak dönemin YSK Başkanı Sadi Güven, kendisi ve kurul adına şikâyette bulundu, dava açıldı.

 

Burada kimse YSK’ya “Niye şikâyetçi oldun? Sineye çekseydin” deme hakkına sahip değil.

 

Nitekim, suç sabit.

 

İstenen 4 yıl 1 ay hapis cezası ve siyasi yasak talebi.

 

Cuma günü karar açıklandı…

 

Mahkeme cezayı 2 yıl 7 aya indirdi, ancak otomatik olarak 53. madde, yani siyasi yasak da karara girdi.

 

***

 

O süreçte, benzer hakareti yaptığı için dava açılan tek kişi İmamoğlu değildi.

 

Eski YSK Başkanı, İmamoğlu duruşmasından bir gün önce, aynı konuda kendisine hakaret eden N.S. adlı kişi hakkındaki beraati bozmak için İstinaf’a yaptığı başvuruyu geri çekti.

 

Aynı adımı, kamuoyunda çok daha fazla ses getirecek ve önemli siyasi sonuçları olacak İmamoğlu davasında ise atmadı.

 

Ve böylece, İmamoğlu’na, 31 Mart 2019’dan sonra ikinci mağduriyet sevinci (!) yaşatıldı.

 

“Sevinç” diyorum, çünkü kararı duyunca İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener’le yaptıkları “çak” hareketi ve sevinç kucaklaşması, kendi yayınladıkları videolarla kamuoyuna yansıtıldı.

 

Zaten günler öncesinden hazırlıklar yapılmış, Saraçhane’ye sahne kurulmuş, dev ekranlar asılmıştı!

 

Sadece ‘müjde’ bekleniyordu, onun da geleceği demek ki biliniyordu.

 

***

 

Olan bitenden habersiz tek kişi varmış, o da CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu.

 

Tuhaf biçimde, kendisi tam da o güne denk getirilecek şekilde Almanya’ya postalanmıştı!

 

Belli ki, onu “Karar çıksa bile kesinleşmiş olmayacak zaten efendim. Daha bunun İstinaf’ı var, Yargıtay’ı var, temyizi var… Merak buyurmayın, dönüşte gereğini yaparsınız” diye kandırmışlardı!

 

Nereden bilsin henüz kesinleşmemiş bir mağduriyetin, O Almanya’dayken kendi adaylığına kumpasa dönüşeceğini!

 

Apar topar dönüşe geçti ama atı alan Üsküdar’ı geçmişti.

 

İstemeye istemeye de olsa, henüz bir şey ifade etmeyen, belki de İstinaf yahut Yargıtay tarafından kadük hâle getirilecek bir kararla ilgili ikinci şovu, altılı masa üyelerini çağırarak, tekrarlamak zorunda kaldı.

 

Lakin, “Oyunu gördüm, adaylıktan geri adım atmayacağım” mesajını da tekrar tekrar vererek, kolay lokma olmadığını gösterdi.

 

***

 

İmamoğlu ve altılı masa birleşenlerinin ağız birliği yaptığı tek konu var; o da kararda iktidarın parmağı olduğu.

 

Peki öyle midir?

 

Bu cevabı net olarak bilmemekle beraber, tersten şunu sorabiliriz;

 

Hakareti eden, bunun cezasının olacağını bilmiyor muydu?

 

Kanun çok açık ise ve bunun cezası en azından hukukçu danışmanlar tarafından biliniyorsa, hakaret edilene “Niye dava açtın?” demek normal mi?

 

Yahut iktidara dönüp, “Bu hakareti görmezden gelmesi için niye yargıya müdahale etmiyorsun?” demek çok mu mantıklı?

 

Gelinen aşamada, iktidarın bir kanuni düzenleme yaparak, “ahmak” demeyi suç olmaktan çıkarması beklenemez.

 

İsteyen istediğine “ahmak” diyebilsin diye kanuni düzenleme yapılmaz...

 

Ancak şu yapılabilir; istismara yol açan siyasi yasak cezası, bu tür suçlarda kaldırılabilir.

 

CHP ve ortaklarının bu adım için iktidarı beklemesine de gerek yok, versinler kanun teklifini, Meclis’in onayına sunsunlar.

 

***

 

Bu meselede iktidarı suçlayanlara şunu da hatırlatmamız icap ediyor; Deniz Baykal’a kurulan kaset kumpasını hatırlayalım…

 

Hepsi bir ağızdan yine iktidarı ve Erdoğan’ı suçlamıştı.

 

Yapan kimdi?

 

FETÖ…

 

Yani CIA’nın Türkiye ofisi.

 

Tezgâh nereden kurgulanmıştı?

 

CHP içerisinden.

 

Peki, zaten malum olan gerçek, yargı kararlarıyla ortaya çıkınca Baykal, Kılıçdaroğlu yahut herhangi bir CHP’linin iktidardan özür dilediği vaki mi?

 

Hak getire!

 

***

 

Benzer bir oyunu şimdi Ekrem İmamoğlu’nun zoraki aday yapılma sürecinde görüyoruz.

 

Zannetmeyin ki, sırf “ahmak” dedi diye bir siyasi figüre yasak getirilmesini doğru buluyorum.

 

Aksine mahkemenin böyle bir karar vermeyeceğini düşünenlerdendim.

 

Ancak bir hakaret sebebiyle açılmış ve neticesinin ne olacağı aslında hukuken belli olan bir davada, sırf birileri mağduriyetten nemalanacak diye hukukun çiğnenmesinin, ancak geri kalmış ülkelerde görülebilecek bir vaka olduğu da muhakkak.

 

Öbür taraftan, bilinçli bir kurgu mudur bilmem ama, dikkatimi çeken şudur;

 

İmamoğlu figürü her sıkıştığında bir el kendisine “mağduriyet” yoluyla ön açıyor.

 

***

 

Yine 31 Mart seçimleri sonrasını hatırlayalım.

 

O gece sandık sonuç tutanaklarında anormal bir durum olduğu belliydi.

 

Ertesi gün, yani 1 Nisan’da vahamet daha belirgin hâle geldi.

 

YSK sistemine girilen verilerin bir kısmı, AK Partili müşahitlere verilenlerle uyuşmuyordu.

 

Tuhaflığı fark eder etmez hemen harekete geçen AK Parti, 39 ilçede ilçe seçim kurullarına başvurarak sandıkların yeniden sayılmasını istedi.

 

Çünkü satır kaydırma gibi hilelerle sonucun değiştirildiği tespit edilmişti.

 

19 ilçe seçim kurulu, AK Parti’nin başvurusunu hemen reddetti.

 

Geri kalanı sadece geçersiz oyların (Bazı ilçelerde kısmi olarak) sayılmasını kabul etti.

 

Bu, ilk defa karşılaşılan bir durumdu ve CHP yöneticileri, AK Parti’nin itirazlarına karşılık hemen sayıma itiraz dilekçesi vererek, kurulları baskı altında tutuyordu.

 

***

 

Büyük bir tezgâhla karşı karşıya olduğu iyice ortaya çıkan AK Parti, ilçe seçim kurullarından sonuç alamayınca İl Seçim Kuruluna başvurdu.

 

Bazı ilçelerde tespit ettikleri usulsüzlüklerin belgelerini İl Seçim Kuruluna sunarak, sandıkların yeniden sayılmasını talep etti.

 

CHP burada da devreye girip, AK Parti’nin talebine itiraz etti.

 

Hatırlarsanız, kamuoyu İl Seçim Kurulu Başkanı Müberra Gürdal’ı o günlerde tanıdı.

 

CHP’liler, “Yeniden sayımı niye engellediniz?” sorusuna, “Neyi engellemişiz? Biz itiraz etmedik” diyordu ama bu koca bir yalandı.

 

Hem de videolu belgeleriyle.

 

Ne olmuştu, hafızamızı tazeleyelim.

 

***

 

Tarih, 2 Nisan…

 

Yani seçimden iki gün sonrası…

 

İl Seçim Kurulu Başkanı Müberra Gürdal ve iki üye hâkim, mesai bitimi sonrası evlerine gitti.

 

Her ne olduysa, saat 20.10’da üç hâkim tekrar Çağlayan Adliyesine geldi.

 

Onlardan beş dakika sonra adliye kapısında sürpriz isimler belirdi.

 

Çakarlı lüks araçlarla gelenler CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu ile CHP Genel Başkan Yardımcıları Seyit Torun ve Oğuz Kaan Salıcı’ydı.

 

Beş araçla adliye bahçesine giriş yapan CHP heyeti, adliyedeki İl Seçim Bürosuna yöneldi.

 

Görüntülerden, CHP’li heyetin Müberra Gürdal ve üye hâkimlere oyların yeniden sayımının durdurulmasına yönelik dilekçeyi verdikleri kolayca anlaşılabiliyordu.

 

CHP heyeti, 20.45’te adliyeden ayrıldı.

 

İl Seçim Kurulu, aynı gece yedi ilçedeki yeniden sayımı durdurma kararı aldı.

 

***

 

Mesai saatleri dışında apar topar adliyeye gelerek hukuk katliamı yapan Müberra Gürdal, bu karardan bir hafta sonra emekliliğini isteyerek görevi bıraktı!

 

Bugün olanlara şaşıyoruz da, bunlar çok mu normal şeylerdi?

 

Devam edelim…

 

İl Seçim Kurulu, ortadaki somut belgelere rağmen AK Parti’nin başvurusunu reddedince, konu YSK’ya taşındı.

 

Oysa oyların sadece yüzde 10’u sayıldığında Binali Yıldırım ile Ekrem İmamoğlu arasındaki fark 29 binden 13 bine inmişti.

 

Geri kalan yüzde 90’ı sayılsa durumun n’olacağı az çok ortadaydı…

 

Bu sandıkların tamamını yeniden saydırmak yerine yeniden sandığa gitmek “mağduriyet” algısı oluşturacaktı ve kimin lehine olacağı ortadaydı.

 

YSK buna rağmen seçimi yenileme kararı aldı, bu tam da CHP’nin istediği şeydi, nitekim sonuç da tam istedikleri gibi oldu.

 

Bugün konuştuğumuz bir sonraki mağduriyetin adımları da işte tam o günlerde atıldı.

 

***

 

Hepsi ilmek ilmek örülmüş bilinçli bir kurgu mudur, tesadüf müdür, bende kesin cevabı yok.

 

Ancak hissettiğim şudur; bunların normal şeyler olmadığı.

 

Nitekim, kurgulanan hikâyenin Erdoğan’ın siyasi mücadelesine benzetilmeye uğraşılması bile bir şeyler anlatıyor bize.

 

“Peki tutar mı?” diye soracak olursanız şunu söyleyerek bitireyim;

  • Erdoğan, karşılığı suç olan bir hakareti yaptığı için “siyasi yasaklı” hâle getirilmedi ve cezaevine atılmadı… Sadece bir şiir okumuştu ve o şiir yasaklı falan değildi.

  • Projeleri durdurarak değil, tam aksine ayağına takılan onca çelmeye rağmen çok büyük projelere imza atarak, İstanbul’u pislikten, keşmekeşten kurtaran kahramandı.

  • Önüne çıkan engelleri yabancı ülkelerin büyükelçileriyle değil, sadece ve sadece halkı yanına alarak aşan bir lider olarak doğdu ve yoluna hep öyle devam etti.

  • Erdoğan hiçbir zaman İstanbul facia yaşarken tatilde yakalanmadı…

  • Kar temizlenmediği için milyonlar yollarda mahsur kalmışken, İngiliz büyükelçisi ile yemekte buluşmadı. Daha ötesi; “Büyükelçi ile görüşmem, o çalışmayı koordine etmekten daha önemsiz değildi” gibi bir cümleyi de kurmak zorunda kalmadı.

  • Erdoğan şiir okuduğu için cezaevine yollanırken, o dönemin iktidarı aynı gün Kızılelma insansız savaş uçağını uçurmuyor, trilyonlarca dolarlık doğalgaz anlaşmaları için Türk cumhuriyetleri ile birlik oluşturmuyordu.

Yani benzetmeye çalıştıkları hikâye aslında o kadar zıt ki…

 

Bu davanın üst mahkemelerde neticelenmesine daha seneler var.

 

Anlatırız fırsat buldukça.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.