Hırsın ateşi suyu bile yakar!

Hırsın ateşi suyu bile yakar!

KÜLTüR - SANAT Haberleri

Fransız yönetmen Jacques Audiard’ın western filmi ‘Sisters Biraderler’ para hırsının neticelerine dair çarpıcı bir hikâyeye sahip. Eser, incelikli senaryosu ve dingin atmosferi ile seyir zevki veriyor.

MURAT ÖZTEKİN

Kovboyların kol gezdiği western filmleri hep Amerikalı yönetmenlerden seyredecek değiliz ya...  “De rouille et d’os” (Pas ve Kemik) ve “Dheepan” gibi filmlerle tanınan ve Amerikan ruhunu Avrupa sinemasına taşıyan Fransız yönetmen Jacques Audiard, bu defa “Sisters Biraderler” (The Sisters Brothers) filmiyle seyirciye modern bir Vahşi Batı hikâyesi sunuyor. Güçlü bir oyuncu kadrosuna sahip olan eserde, John C. Reilly, Joaquin Phoenix, Jake Gyllenhaal gibi isimler yer alıyor. Patrick deWitt’in aynı isimli romanından sinemaya adapte edilen filmde iki kiralık katil kardeşin yol maceraları anlatılıyor. Eserde hırsın neticelerine dair dingin bir hikâye var.

SİLAHLAR PATLAR, ATLAR YANAR…
Sükûneti bozan tek şeyin cırcır böceklerinin olduğu bir gecede silahlar patlıyor, atlar alev alıyor... 1850’lerin Vahşi Batı’sında geçen “Sisters Biraderler” böyle başlıyor ve bitene değin sessizleşip canlanan bir hikâye anlatıyor. Filmin merkezinde olan Sisters Biraderler, zorlu bir çocukluk geçirmiş kardeş iki kiralık katildir. Fakat bu iki erkek kardeş, birbirinin oldukça zıddıdır; Charlie her tarafa saldırmak isteyen asabi biriyken insaflı ve duygusal Eli, devamlı kardeşine “Aşırı gitmiyor muyuz?” deme durumunda olandır.
Sisters Biraderlerin patronlarından Commodore, onlardan kendisine yanlış yapan bir adamı bulmalarını ister. Her ne kadar Eli ayak sürüse de gözcü John Morris’in peşinde olduğu Hermann Kermit Warm isimli bir altın arayıcısı kimyagerin peşine düşerler. İkili, yol boyunca haydutların yanı sıra tabiatın zorluklarıyla boğuşurlar, hayalleri ve korkuları ile mücadele ederler. Tablonun diğer tarafında ise sert haydutlardan farklı iki adam vardır. Mesafeler arşınlanıp, iki dünya kavuştuğunda ortaya beklenmedik bir durum çıkar. Hırs ise lezzetli bir suya atılmış bir damla zehir gibidir…

FARKLI BİR DÜELLO HİKÂYESİ
Yönetmen Jacques Audiard’ın “Sisters Biraderler”i bilindik western filmlerinden değil. İçerisinde Avrupalı bir ruhu var! Düellolarla dolu bir hikâye vadediyormuş gibi görünen eser, değişen bir dünyanın arayışlarına oldukça farklı cephelerden katılan insanlara temas ediyor. İnce dokunuşlara, sade bir anlatıma sahip olan filmin verdiği mesajlar ise tam tersine çok güçlü. Yolları kesişen dört adamın yaşadıkları üzerinden, hırsının “yakıcılığı” çarpıcı bir şekilde anlatılıyor. Binlerce insanın zengine olma hevesiyle yollara düştüğü “Altına Hücum” devri arka plana alınarak medeniyetin ne olduğuna dair sualler soruluyor. “Sisters Biraderler” detaylı çalışılmış senaryosu, sinematografisi, dingin atmosferi ve ölçülü mizahı ile seyir zevki verecek pek çok şeyi ihtiva ediyor. Ancak zaman zaman akıcılık yönünden eksiklikler barındıran filmde, iki asır önceki dünyanın bazen günümüzün “aydınlığını” ile tasvir edilmesi garip duruyor. Buna rağmen filmdeki oyunculuklar harikulade.  John C. Reilly ile Joaquin Phoenix’in uyumu güçlü. Toparlayacak olursak: “Sisters Biraderler” her ne kadar Coenlerin filmleri kadar olmasa da görülmeyi hak eden, ustalıklı bir western eser…

NİÇİN 'FAVORİ' OLDUĞU MALUM
Oscar’a on dalda aday gösterilerek dikkatleri üzerine çeken “Sarayın Gözdesi” (The Favourite)  bugün ülkemizde gösterime giriyor. Yönetmenliğini Yorgos Lanthimos’un yaptığı eser, İngiliz tarihinden çıkardığı kirli bir hikâye üzerinden modern cinsiyet fikirlerine ses veriyor! İngiliz Kraliçesi Anne’nin, başka kadınlarla yaşadığı ilişkileri ve buna bağlı olarak yaşanan kıskançlık kavgasını merkezine alan “Sarayın Gözdesi”nde anlatılan hikâyenin gerçekten yaşanıp yaşanmadığı da bir muamma. Başrollerinde  Olivia Colman, Rachel Weisz ve Emma Stone’un olduğu eserde, Fransa ile savaş sürerken Marlborough Düşesi Sarah ile genç akrabası Abigail, Kraliçe Anne’in gözdesi olmak için birbirlerine yarışırlar. Bu rekabet giderek ölümcül bir savaşa dönüşür. Yönetmen Yorgos Lanthimos, sarayın kalın duvarları ardında gerçekleşenleri de bugünün bakış açısıyla eğip bükerek, bir şeyler söylüyor. Film, bu hâliyle Oscar’ın sinema sanatından ziyade, ideolojilerle alakalı bir mükâfat mekanizması olduğunu da ispatlıyor.

GÜZEL GÜNLER GERİDE KALDI!
Beyazperdeye taşınan popüler oyuncakların beş sene sonra ikinci filmi geldi. “Lego Filmi 2”nin yönetmenliğini bu defa “Şrek” ve “Troller” gibi animasyon filmlerinden tanıdığımız Mike Mitchell üsteniyor. Serinin yeni filminde kahramanlar, çok sevdikleri şehirleri Bricksburg’ü kurtarmak için yeniden bir araya geliyorlar. Her şeyin muhteşem olduğu günlerin üzerinden beş yıl geçmiştir. Fakat şehir sakinleri yepyeni bir tehditle karşı karşıyadırlar: Uzaydan gelen Lego Duplolar... Bu istilacılar her şeyi yeniden inşa edilebileceklerinden daha hızlı bir şekilde paramparça etmektedirler. Lego Duploları yenme vazifesi de Emmet, Lucy, Batman ve dostlarını çok uzak, keşfedilmemiş dünyalara, hatta her şeyin müzikal olduğu tuhaf bir galaksiye bile götürecektir. Bu görev onların cesaretini ciddi şekilde test edecektir.

HAFTANIN DİĞER FİLMLERİ
¥ “Babamın Kemikleri”
¥ “Sir-Ayet”
¥ “The Ladybug”
¥ “Asla Gözlerini Kaçırma”

EN ÇOK SEYREDİLENLER
¥ “Organize İşler Sazan Sarmalı” 923 bin 663
¥ “Can Dostlar” 145 bin 809
¥ ‘Ejderhanı Nasıl Eğitirsin 3” 132 bin 495
¥ “Çiçero” 54 bin 882
¥ “Ralph ve İnternet” 39 bin 532

 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Sonraki Haber Yükleniyor...