Usta yönetmen Tayfun Pirselimoğlu: Bütün dünya delirmiş gibi!

Son filmi “İdea”da dünyadaki karanlık ve akılalmaz durumu resmeden Tayfun Pirselimoğlu, insanoğlunun gidişatını sinüs eğrisine benzeterek şöyle konuşuyor: Eğri bazen yükseliyor bazen alçalıyor; şimdi ise en dibinde dolaşıyoruz. İşte Filistin’de olanları görüyorsunuz. Kötülüğe bir sıfat bulmakta çaresiz kalıyoruz. Ancak bunun da bir sonu oluğunu, daha aklı başında bir döneme yol alacağımızı umuyorum.
MURAT ÖZTEKİN - Türkiye’nin en nevi şahsına münhasır yönetmenlerinden biri olan Tayfun Pirselimoğlu, tekrarda tekamül (gelişim) olduğunu hatırlatan bir isim! Usta yönetmen, bu defa yine kendi üslubunun izlerinin yoğun şekilde hissedildiği “İdea” adlı karanlık bir filmle karşımıza çıktı.
Otobüste yanına konan kitap yüzünden akılalmaz işlerin içine düşen bir adamın hikâyesinin işlendiği eser, aslında dünyanın içinde bulunduğu sıra dışı hâli tasvir ediyor. 32. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nde seyirciyle buluşan film, 28 Kasım’da vizyona girecek. Biz de bu vesileyle Pirselimoğlu ile konuştuk...
■ Dertler söyletiyor, yazdırıyor ve hatta film yaptırıyor. “İdea” filmi ortaya çıkarken sizin içinizdeki dert neydi?
Öyle bir dünyada, öyle bir zamandayız ki dert bulmakta zorlanmıyoruz. Bütün dünya delirmiş gibi… Sanki herkes Carpenter’ın filmindeki (“Deliliğin Ağzında”) bir sudan içti ve delirdi! Fakat ben asıl insanların hayattaki absürtlükleri bu kadar kabullenilmiş olmalarına çok şaşırıyorum.
■ Savaşlar, akla hayale gelmez katliamlar ve değişen insan davranışları. Bu duruma nasıl gelindi?
İnsanoğlunun bu dünyadaki gidişatı, bir sinüs eğrisini takip ediyor gibi geliyor bana; bazen yükseliyor bazen alçalıyor. Şimdi ise eğrinin en dibinde dolaşıyoruz. İşte Filistin’de olanları görüyorsunuz. Kötülüğe bir sıfat bulmakta çaresiz kalıyoruz. Ancak beni karamsar bulanların kalplerine su serpmek adına şunu söyleyeyim: Bunun da bir sonu olduğunu, daha aklı başında bir döneme yol alacağımızın umudunu taşıyorum.
HIZ ALGIYI BOZUYOR
■ Peki, sizce insanlığın dibe vurmasının sebebi tam olarak ne?
Bence zamanın algısıyla alakalı bir şey bu… Kapitalizmin geldiği bu noktada her şeyin çok hızlı olması algıyı bozuyor ve insanoğluna zihnî travma yaşatıyor. Bu organize kötülük hâlinden hepimiz etkileniyoruz. İnsanoğlunun hızı bu olamaz. Yavaşlamamız lazım ama kapitalizmin bu aşaması, buna müsaade etmiyor. Çünkü, hız arttıkça tüketim de artıyor.
■ Dünyanın bu atmosferini çok karanlık bir şekilde son filminize aksettiriyorsunuz. Eserin merkezinde ise Kemal adlı bir adam var. Peki bu karakter nasıl doğdu?
Kemal, sıradan, sokaktaki bir karakter. Bir kitaba elini sürmesiyle başlayan bir hikâyesi var ve her şey çok akıl dışı gelişiyor. Bu sanki benim fantazyamın bir sonucu gibi görülebilir ama hayatın kendisinde çok daha etkileyici olabilecek şeyler yaşıyoruz.
ÜNİVERSAL HİKAYE
■ Kitap metaforu ve bununla yaşanan mağduriyetler, Türkiye’nin mazisindeki 12 Eylül gibi askerî darbe dönemlerinde yaşananları akla getiriyor. Bunu özellikle mi vurgulamak istediniz?
Sizin kurduğunuz ilişkiyi izleyicinin de kurmasını beklerim doğrusu. Netice bu memleketin suyundan içmiş olanların aşina olacakları şeyler de var. Ancak ben daha geniş çerçeveli, üniversal bir hikâye yazmak istedim. İnanın bu hikâyede Çinliler, Macarlar veya Romanyalılar da kendilerine dair bir şeyler bulacaklardır.

SİNEMADA ÇÜRÜME VAR
■ Tekrarı seven ve bunun içerisinde yeniliği arayan bir yönetmensiniz. Bu zor bir çaba değil mi?
Evet, tekerrürün bir tekamül (gelişme) içerdiğini düşünüyorum. Aslında baştan sona aynı hikâyeyi, bir insanın öyküsünü anlatıyorum. Kimlik problematiği üzerine kafa yoruyorum. Tüketilip unutulacak hikâye anlatmaktan çok seyircinin algısında başka bir kanal açma derdim var. Bence iyi film, huzursuz eden filmdir. Yani siz sinemayı aklınızda soru işaretleriyle terk ediyorsanız nitelikli bir şey seyretmişsinizdir.
■ Günümüzde özellikle dijital platformların tesiriyle sinemanın dili çok değişti. Böyle bir zamanda kendi sinema üslubunuzla mücadele vermek kolay olmasa gerek...
Bütün sanat dallarında olduğu gibi sinemada da bir dejenerasyon var. Hatta bir çürümeden bile bahsedilebilir. Sinema seyircisinin algısı kirlendi ve değişti. Sinema seyircisi azaldı ama “içerik” denilen şeyi tüketen kişi sayısı çok arttı. Seyircilerin algı eşikleri algoritmalarla oluşturulan şeyleri izledikleri için düştü. Herhangi bir dijital platformu açın; oradaki dizilerde sizinle alay ettiklerini görürsünüz. Bu durum sanat olarak yapılan sinemayı da etkiliyor.