İslâmın birinci şartı, bilindiği gibi, Allahü teâlâya ve Peygamberine (aleyhis-selâm) îmândır. Ya'nî onları sevmek ve sözlerini beğenip, kabûl etmektir...
Takdîr edileceği üzere, insanları, bağlı bulundukları dînlerinden, eski örf, âdet ve geleneklerinden bir anda vazgeçirmek kolay bir iş değildir. Sevgili Peygamberimiz (aleyhis-salâtü ves-selâm), bozuk inançları ve alışkanlıkları söküp atmada tedrîce riâyet etmiş, bu tedrîci; inanç, ibâdet ve hükümlerin hepsinde uygulamıştır.
Takriben 23 sene zarfında, barışta ve savaşta, sıkıntı ve mutluluk anlarında, dînî, ictimâî, ahlâkî ve siyâsî hayâta dâir, içinde bulunduğu toplum ve çevresindekilere çok önemli mesajlar vermiş ve onlara fiilî olarak “üsve-i hasene = nümûne-i imtisâl = yani en güzel örnek” olmuştur.
Aslında bütün Peygamberler, Yüce Allah tarafından seçilmiş insanlardır. Ümmetlerini Cenâb-ı Hakk’a çağırmak; sapık, yanlış yoldan, doğru yola, saâdet yoluna çekmek için gönderilmişlerdir. Dâvetlerini kabûl edenlere, Cennet’i müjdelemişler, inanmayanları Cehennem azâbı ile korkutmuşlardır.
Yüce Allah, kullarını Cennet’ine da’vet ediyor ve bu Cennet da’vetiyesinin adı da “İslâmiyet”tir. Bütün Peygamberlerin ve son Peygamber Muhammed aleyhisselâmın, Allahü teâlâdan getirdikleri her haber doğrudur, yanlışlık ihtimâli yoktur.
İki cihân saâdetine kavuşmak, ancak ve yalnız, dünyâ ve âhıretin efendisi olan Muhammed aleyhis-selâma tâbi' olmağa bağlıdır. Ona tâbi' olmak için, îmân etmek ve onun getirdiği ahkâm-ı İslâmiyyeyi öğrenmek ve yapmak lâzımdır. Yine Muhammed aleyhis-selâm’a tâm ve kusûrsuz tâbi' olabilmek için, onu tâm ve kusûrsuz sevmek lâzımdır.
Başta Sahîh-i Buhârî olmak üzere, birçok hadîs kitâbında yer alan bir hadîs-i şerîfte, “Bir kimse, beni çocuğundan, babasından ve herkesten dahâ çok sevmedikçe, îmân etmiş olmaz” buyuruldu. Ya'nî o kişinin îmânı olgun olmaz.
Hadîs-i şerîfin diğer bir rivayeti de şöyledir:
“Bir kimse, beni kendi nefsinden, ehlinden ve bütün insanlardan dahâ çok sevmedikçe, îmân etmiş olmaz.”
Allahü tealâyı sevenin, O’nun Resûlü’nü de sevmesi şarttır. Ayrıca onun yolunda olan sâlih kulları da sevmesi lâzımdır.
Âmentü esâslarından dördüncüsü, “Peygamberlere îmân”dır. Bilindiği gibi, dînde inanılacak altı şeyden [ya’nî Âmentü esâslarından, îmânın altı şartından] dördüncüsü, Allahü teâlânın “Peygamber”lerine inanmaktır. Peygamberlere îmân etmek, aralarında Peygamberlik bakımından hiçbir fark görmeyerek, hepsinin sâdık, doğru sözlü olduklarına inanmak demektir. Peygamberlerin hepsi de, insanları, Cenâb-ı Hakk’ın beğendiği yola kavuşturmak, onlara doğru yolu göstermek için gönderilmişlerdir.
Peygamberler hakkında, Kur’ân-ı kerîm’de bir âyet-i kerîmede meâlen buyurulmuştur ki:
“(Îmân edenleri Cennet’le) müjdeleyici, (küfredenleri de Cehennem’le) korkutucu olarak Peygamberler gönderdik ki, bu Peygamberlerin gelişinden sonra insanların (yarın) kıyâmette: (Bizi îmâna çağıran olmadı) diye Allah’a bir hüccet ve özürleri olmasın. Allah azîzdir, hükmünde hikmet sâhibidir.” (Nisâ sûresi, 165)
Prof. Dr. Ramazan Ayvallı'nın önceki yazıları...