Ma'rûf-i Kerhî hazretleri hem ilimde hem de şefkatte güneş gibidir

Düzenleyen: / Kaynak: Türkiye Gazetesi
- Güncelleme:
Ma'rûf-i Kerhî hazretleri hem ilimde hem de şefkatte güneş gibidir

Ramazan Haberleri Haberleri  / Türkiye Gazetesi

Çocuk yaşta İbn-i Semmâk hazretlerinden gördüğü merhametle Müslüman olan büyük veli aynı şefkatle bu defa insanların hidayetine vesile olur. Bir gün sohbet ettiği yere şarap içip şarkılar söyleyen birkaç kişi gelir...

Evliyanın büyüklerinden. Adı Ma’rûf bin Fîrûz olup künyesi Ebû Mahfûz’dur. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. 200 (m. 815) senesinde Bağdat’ta vefat etmiştir. Bağdat’ın Kerh beldesinden olduğu için Kerhî denilmiş olup, Ma’rûf-i Kerhî (rahmetullahi aleyh) olarak tanınmıştır. Sofıyye-i aliyyenin büyüklerindendir. Tasavvufta örnek, Hak teâlâya giden yolun rehberi, çeşit çeşit latifelerle seçilmiş, zamanındaki âşıkların efendisi idi.

NEREDEN NEREYE

Dînin emirlerini gözetmekte, ibadette, haram ve şüphelilerden kaçmada çok meşhur olur. Elinde Müslüman olduğu 12 imamdan büyükler büyüğü İmâm-ı Ali Rızâ hazretlerinin (kuddise sirrehül aziz) hizmetinde bulunur. Hatta çocuklarıyla beraber yaşar, Ehl-i beytten bilinir. Şu saadate bakınız. Nereden nereye? Bir Hristiyan ailenin oğlu iken, rahipten çektiği zulüm sonrası kiliseden kaçıp yollara düşen, İbn-i Semmâk hazretleri gibi bir büyüğün vesilesiyle imanla şereflenen bu zat, Peygamber torunlarının evinden, ailesinden sayılır artık.

İSİMLERİN BÜYÜKLÜĞÜ SARSICI

İslam âlimlerinin göz bebekleriyle ilgilidir. Öyle ki Dâvûd-i Tâî hazretlerinden feyz alır. Büyük velilerden Sırrî-yi Sekâtî de, Ma’rûf-ı Kerhî’den ders ve feyz alarak yetişir. Öyle bir dereceye gelir ki birçok hadis âlimi ondan hadis naklinde bulunur. 
Bağdât’ın imamı ve zahidi lakabını alır. Dinde imam olup, fıkıh, hadis, tefsir ve kelam ilimlerinde büyük âlim, bütün bu ilimlerde huccet (senet) olur. İctihad makamına erişir.

ONU GÖRÜR GÖRMEZ

Bir hatıraları var ki, böyle büyüklerle bizlerin ‘merhamet’ farkını ortaya koyuyor. İnsan kendi kendisine, “Onlar olan bitene hangi gözle bakıyor, ben hangi gözle bakıyorum” diye soruyor...

İşte o menkıbe:

Bir gün, talebeleriyle Dicle kenarındaki bir hurmalıkta oturmaktadırlar. Yukarıdan bir kayık gelir. İçinde birkaç adam içki içmekte, sazlar eşliğinde şarkılar söylemekte, bağırıp çağırmaktadırlar. Talebeleri bu durumdan rahatsız olurlar. “Efendim dua edin de şunlar boğulsun. İnsanlar onların zararından kurtulsun” derler.

Büyük veli açar ellerini ve duaya başlar, talebeleri dinledikçe hâlden hâle girerler. İşte şefkat dolu o dua: “Yâ Rabbi! Sen bu kullarını dünyada neş’elendirdiğin gibi ahirette de neş’elendir.”

Kendisi de zamanında İbn-i Semmâk hazretlerinin şefkatiyle gözyaşı dökmüştür zira.

O kayıktakiler tam yanlarına geldiğinde Ma’rûf-ı Kerhî hazretlerini görürler. Onu görür görmez sazlarını, şarap testilerini kırarlar. Sübhanallah... Ne bir söz, ne bir nasihat duymuşlardır oysa. Sadece onun yüzünü görmüşlerdir o kadar işte... Sonra titremeye başlarlar. Büyük veliye doğru büyük bir muhabbete kapılır ve ona doğru koşmaya başlarlar. Ayaklarına kapanır, o güzel ellerini öperler. Ve tövbelere dururlar. Ama nasıl bir pişmanlıkla. Kuru akıl sahibi, ‘nasıl olur’ diye kendine sorup dursun. Bu müthiş hadisenin sebebini hadîs-i şerîf haber vermektedir aslında: (Evliyayı görünce, Allah hatırlanır.) [H.Tirmizi]

(Devam edecek)

*****

NİÇİN SORUSUNA HAZIRLANIN

>>Dünyada iki çeşit iş vardır:

1) Dünyaya yarayan işler...

2) Ahirete yarayan işler…

(Dünyada dünya için yapılan işlerin hepsi dünyadır. Namaz dahi olsa… Ahiret için yapılan işler, yani ahirete gönderilebilen işler, ahiret işidir…) Her işimizi yaparken bakmalıyız; biz bu işi niçin yapıyoruz. Allah rızası için yaptıklarımız ahirette karşımıza ecir olarak çıkacak. İş ahiret işidir. Bu yüzden mümin çok iyi bir tüccar olmalı. Ahiretteki niçin sorusuna cevap aramalıyız. Niçin yemek yiyoruz, niçin evleniyoruz, niçin konuşuyoruz... Haramları zaten geçin... Allahü teâlânın rızası için olmayan her iş dünyalıktır.

*****

CAN ACITAN SÖZ

  • Abi ayarladın mı doktor arkadaşını?
    - O iş tamam Pelin, merak etmek kardeşim.
    - Nasıl ikna edeceğiz Aydın’ı? Bana bazı kitaplardan bahsetti. Okurum dedim, ondan yana göründüm. Ayy, abi çok tedirginim, şu işi halledelim...
    - Sen onu bana bırak. Ben onu arabayla alacağım yarın. Evde olsun.
    - Tamam, ayy çok sağ ol...
    ...
    Aydın ertesi gün olanlardan habersiz kahvaltısını yapıyordu. Annesi abisiyle telefonla görüşmüş eve gelebileceğini söylemişti...
    - Aydın dayın geldi oğlum kapıda, okula o bırakacakmış seni.
    - Nereden çıktı anne bu şimdi?..
    - İçinden gelmiş, bu tarafta işi varmış. 
    - Peki... Ben de çıkıyordum...
    ...
    - Aydın şurada bir arkadaşımın muayenehanesi var. Seni onunla tanıştıracağım.
    - Dayı ne yaptın sen?
    - Oğlum annen ikna olmalı. Adam iyi psikolog. O derse ki bir şeyin yok, annen de rahat eder fena mı. Çok ısrar etti, bir şey diyemedim artık. 
    ...
    İçini bir sıkıntı sardı Aydın’ın. Böyle deliliğin eşiğinde gibi görünmek canını fazlasıyla sıktı. Fakat annesinin endişelerini de giderme ihtimali de vardı. Belki işi kolaylaşacaktı. 
    ...
    - Hoş geldin Aydın, rahat ol, olur mu?..
    - Doktor Bey, ailemi özellikle annemi rahatlatmak için geldim. Bir şeyim yok aslında...
    - Hep böyle derler...
    ...
    Can acıtan bir sözdü bu. Aydın büyük bir savaşa gireceğini hissetmişti. Şu hâline üzülmüştü, dertlenmişti. Fakat imanı vardı. Sevdiği din büyükleri vardı. Ve onlardan öğrendikleri. Belki psikiyatri bilgisi yoktu ama pekâlâ doktoru da ikna edebilecek donanıma sahipti. O hâlde karşısına geçsindi... (Devam edecek)

Düzenleyen:  - Ramazan Haberleri
Kaynak: Türkiye Gazetesi
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Sonraki Haber Yükleniyor...