Hindistan Pakistan'a neden saldırdı? İşte Sindor Operasyonu'nun arkasındaki gerçekler!

7 Mayıs sabahı Hindistan ordusu, Sindoor Operasyonu adı altında Pakistan ve Pakistan kontrolündeki Keşmir'de tam dokuz hedefi vurdu. Patlamaların sesi Keşmir’in her köşesinde yankılanırken, Hindistan hükümeti operasyonun başarıyla tamamlandığını duyurdu. Hindistan, "terör yuvalarını temizledik" derken, Sindoor Operasyonu’nun arkasındaki şok edici gerçekler gün yüzüne çıkmaya başladı.
Hindistan ve Pakistan arasındaki Keşmir gerilimi, son haftalarda gerçekleşen saldırılarla doruk noktasına ulaştı. 22 Nisan 2025'te Pahalgam'da meydana gelen saldırıda 26 kişi hayatını kaybetmiş, 46 kişi ise yaralanmıştı. Hindistan, saldırıdan Pakistan’ı sorumlu tuttu ve sınır ötesi harekat başlattığını duyurdu. 7 Mayıs sabahı gerçekleştirilen “Sindoor Operasyonu”, Pakistan ve Pakistan yönetimindeki Keşmir'de tam dokuz kampı hedef aldı. Patlamaların sesi tüm Keşmir'de yankılandı. Peki, Hindistan neden şimdi saldırdı? Sindoor Operasyonu'nun arkasındaki asıl hedef neydi? İşte tarihsel arka plan ve Sindoor Operasyonu'nun perde arkası…
HİNDİSTAN NEYİ HEDEFLİYOR?
Modi yönetiminin Sindoor Operasyonu ile hedeflediği asıl strateji, Keşmir’de artan militan faaliyetlerine son vermek ve Pakistan'ın desteklediği silahlı grupları bölgeden tamamen temizlemek. Hindistan yönetimi, uzun süredir Pakistan’ın Keşmir üzerinden yürüttüğü vekâlet savaşı stratejisine karşı daha sert önlemler alacağını duyuruyordu. Sindoor operasyonu, Modi hükümetinin “Önleyici Vuruş Doktrini” kapsamında değerlendirilirken, Hindistan’ın sınır güvenliğini güçlendirme ve Keşmir’de tam kontrol sağlama amacı taşıdığı görülmekte.
22 Nisan’da Hindistan Keşmir’indeki Pahalgam bölgesinde militanların Hindu turistleri hedef aldığı saldırıda 26 kişi hayatını kaybetti. Saldırının ardından Hindistan Başbakanı Narendra Modi, “Dünyanın sonuna kadar da gitseler teröristleri takip edeceğiz” diyerek sınır ötesi harekâtın sinyalini verdi.
KEŞMİR NEDEN BU KADAR ÖNEMLİ?
Hindistan ve Pakistan arasında onlarca yıldır süregelen çatışmaların merkezinde yer alan Keşmir, stratejik konumu, zengin su kaynakları ve karmaşık etnik yapısıyla Güney Asya’nın en hassas bölgelerinden biri olmayı sürdürüyor. 1947’de Britanya Hindistanı'nın bölünmesinden bu yana iki ülke arasında paylaşımı yapılamayan bu bölge, Hindistan, Pakistan ve Çin sınırlarının kesiştiği stratejik bir noktada.
1998’de iki ülkenin nükleer silah denemeleri yapması, Keşmir sorununun uluslararası alanda daha fazla dikkat çekmesine neden oldu. Eski ABD Başkanı Bill Clinton, Keşmir’i “dünyanın en tehlikeli yeri” olarak nitelendirmişti.
ABD'nin eski lideri, 2004’te yayımlanan anı kitabı My Life’ta da Keşmir’e değinerek, bölgenin nükleer bir çatışma riski taşıdığını ve Hindistan ile Pakistan arasındaki bu sorunun çözülmesinin küresel barış için kritik olduğunu belirtmişti. Clinton döneminde her iki ülkeyi de diyalog kurma konusunda teşvik etmişti.
SU KAYNAKLARININ MERKEZİ: İNDUS NEHRİ'NİN DOĞDUĞU YER
Keşmir, sadece jeopolitik değil, aynı zamanda su kaynakları açısından da büyük bir öneme sahip. Bölge, Pakistan’ın tarım arazilerini besleyen İndus Nehri ve kollarının doğduğu yer olarak biliniyor. Hindistan’ın Keşmir üzerindeki kontrolü, Pakistan’ın suya erişimini doğrudan etkiliyor.
1960 yılında imzalanan İndus Suları Anlaşması ile bu su kaynaklarının paylaşımı uluslararası güvence altına alınmıştı.
ABD VE ÇİN'DEN İTİDAL ÇAĞRISI
BM Genel Sekreteri António Guterres, her iki ülkeye de "azami itidal" çağrısında bulundu. ABD Başkanı Donald Trump, “Bu tansiyon utanç verici, çatışmaların hızlı bir şekilde sona ermesini umuyoruz” açıklamasını yaptı. Çin ise bağımsız bir soruşturma çağrısında bulunarak durumu uluslararası arenaya taşıma sinyali verdi.
Öte yandan, Hindistan’ın İndus Nehri üzerindeki su akışını durdurma planı, Pakistan tarafından “savaş sebebi” olarak değerlendirildi. Pakistan ise Hindistan’a ait hava yollarına kapılarını kapattı ve tüm ticaret anlaşmalarını askıya aldığını duyurdu.
ASKERİ GÜÇ DENGESİ NASIL?
Her iki ülke de geniş bir askeri kapasiteye sahip olmasına rağmen, envanter dağılımında farklılıklar göze çarpıyor. Hindistan’ın savaş uçağı, tank ve insansız hava aracı (İHA) kapasitesi daha geniş bir yelpazeye yayılmış durumda. Pakistan ise daha az sayıda fakat hareket kabiliyeti yüksek bir envantere sahip.
Öte yandan Hindistan’ın 1.4 milyar nüfusu ve 1.4 milyon aktif asker gücü bulunurken, Pakistan’ın 231 milyon nüfusu ve 654 bin aktif askeri var. Nükleer başlık sayılarında iki ülke birbirine oldukça yakın; Hindistan’da 164, Pakistan’da ise 165 nükleer başlık mevcut.
Konvansiyonel askeri güç anlamında Hindistan, 2.182 savaş uçağı ve 4.730 tank ile bölgedeki en büyük askeri güçlerden biri. Pakistan ise 1.387 savaş uçağı ve 2.680 tank ile daha sınırlı bir kapasiteye sahip. Ancak Pakistan’ın sahip olduğu askeri unsurların hareket kabiliyeti ve stratejik yerleşimi, özellikle sınır çatışmalarında etkili bir savunma sağlıyor.
İnsansız hava araçları (İHA) konusunda Hindistan'ın kapasitesi daha gelişmiş durumda. ABD ve İsrail'den aldığı teknoloji ile desteklenen Hindistan İHA'ları, orta irtifa ve uzun menzil özellikleriyle dikkat çekiyor.
Pakistan’ın ise daha sınırlı sayıda ve çoğunlukla Çin menşeli İHA'lara sahip olduğu biliniyor. İHA'ların bölgedeki operasyonlardaki etkinliği, iki ülke arasındaki çatışmalarda asimetrik bir üstünlük sağlıyor.
NÜKLEER TEHDİT
Hindistan ve Pakistan arasındaki gerilimin bu kadar kritik bir noktaya gelmesi, nükleer başlıkların varlığı nedeniyle küresel bir endişeye yol açıyor. İki ülkenin toplamda 329 nükleer başlığa sahip olması, muhtemel bir çatışmanın boyutlarını katbekat artırması söz konusu.
SAVAŞ BÜYÜYECEK Mİ?
İki ülkenin de mevcut ekonomik durumu, tam kapsamlı bir savaşın önünde büyük bir engel oluşturuyor. Pakistan, yıllardır devam eden ekonomik sıkıntılar ve dış borç yükü altında, tam ölçekli bir savaşı sürdürebilecek mali güce sahip değil. Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası’na bağımlı bir ekonomik yapıya sahip olan Pakistan, askeri harcamalarını artırdığında ekonomik istikrarını tamamen kaybetme riskiyle karşı karşıya kalabilir.
Öte yandan, Hindistan da Çin ve Amerika Birleşik Devletleri ile sürdürdüğü ticaret savaşları sırasında ekonomik kırılganlığını daha fazla artırmak istemiyor. Bölgedeki istikrarsızlık, Hindistan’ın büyüyen ekonomisini yavaşlatma potansiyeline sahip. Bu sebeple, Yeni Delhi hükümeti tam kapsamlı bir savaşa girmektense, sınır ötesi operasyonlar ve ekonomik yaptırımlarla Pakistan üzerindeki baskıyı artırma yoluna gidiyor.
Bununla birlikte, geçmiş yıllardaki örneklere bakıldığında, her iki tarafın da uygun bir diplomatik zemin yakaladığında ateşkese geri döndüğü görülüyor. Uzmanlar, şu anki çatışmaların daha çok sınır hattında yoğunlaşacağını, ancak geniş çaplı bir savaşın gerçekleşmesinin düşük bir ihtimal olduğunu belirtti. 1999’daki Kargil Savaşı’nda olduğu gibi, çatışmaların çoğunlukla sınır hattıyla sınırlı kalacağı öngörülmekte.
GERİLİM NEDEN TIRMANIYOR?
Hintli Müslümanlar, Narendra Modi yönetimi altında yıllardır çeşitli ayrımcılıklara maruz kalıyor. Özellikle 2019 yılında çıkarılan Vatandaşlık Değişiklik Yasası (CAA), göçmen Müslümanların vatandaşlık haklarını tehlikeye attı. Söz konusu yasa ile Afganistan, Pakistan ve Bangladeş’ten gelen Hindu, Sikh, Jain, Budist, Parsi ve Hristiyan göçmenler kolaylıkla vatandaşlık alabilirken, Müslümanlar bu ayrıcalıktan yararlanamıyor.
Ayrıca, Hindistan’daki Müslümanların vakıf mallarını tehlikeye atan yeni vakıf yasası da büyük tepki topladı. Yeni düzenlemeyle birlikte, Müslüman topluluklara ait tarihi vakıf mallarının devlet kontrolüne alınmasının önü açıldı. Keşmir halkı da bu baskılardan nasibini alırken, bölgedeki ekonomik kaynakların zarar görmesi ve güvenlikçi politikaların artması, Keşmirlilerin hayat koşullarını daha da zorlaştırdı.
Özellikle Hindutva ideolojisini benimseyen Hindu milliyetçileri, Müslümanları eski işgalcilerin kalıntıları olarak görerek ayrımcılığı daha da derinleştirdi.
1947'DEN GÜNÜMÜZE BİTMEYEN ÇATIŞMA
Hindistan ve Pakistan arasındaki Keşmir sorunu, 1947 yılında Hindistan'ın bağımsızlık süreciyle başladı. Britanya’nın Hindistan’dan çekilmesinin ardından Müslümanların çoğunlukta olduğu Pakistan ve Hinduların çoğunlukta olduğu Hindistan kuruldu. Ancak, stratejik ve coğrafi olarak önemli bir konuma sahip olan Keşmir Prensliği’nin hangi ülkeye katılacağı belirsizdi.
Dönemin Keşmir hükümdarı Maharaja Hari Singh, iki ülke arasında sıkışmış durumda bağımsız kalmak istiyordu. Ancak, Pakistan tarafından desteklenen silahlı gruplar Keşmir’e girince Maharaja, Hindistan’dan askeri yardım talep etti. Bu desteğin sağlanması karşılığında Keşmir’in Hindistan’a katılması kararlaştırıldı ve bu durum, iki ülke arasında 1947-1948 Hint-Pakistan Savaşı’nı başlattı.
1949 yılında Birleşmiş Milletler araya girdi ve ateşkes sağlandı. Ateşkes anlaşmasıyla Keşmir, Kontrol Hattı (Line of Control - LoC) ile ikiye bölündü; bir kısmı Hindistan’ın, bir kısmı ise Pakistan’ın kontrolü altına girdi. Ancak bu “geçici çözüm”, kalıcı bir barış getirmedi.
KEŞMİR İÇİN ÜÇ BÜYÜK SAVAŞ
Hindistan ve Pakistan, Keşmir üzerindeki hak iddiaları nedeniyle 1965, 1971 ve 1999 yıllarında üç büyük savaşa daha girdi. 1965 Savaşı, Keşmir'de başlayan sınır çatışmalarıyla büyüdü ve geniş çaplı bir askeri müdahaleye dönüştü.
1971’de ise Doğu Pakistan’daki iç savaş, Hindistan’ın askeri müdahalesiyle sonuçlandı ve bağımsız bir devlet olarak Bangladeş kuruldu. Bu savaş, Hindistan’ın bölgedeki askeri gücünü pekiştirdi.
1999 yılında, her iki ülke de nükleer silah kapasitesine sahipken yaşanan Kargil Savaşı, dünya kamuoyunda büyük bir endişeye yol açtı. Savaş, Pakistan askerlerinin Keşmir'deki Kargil bölgesine sızmasıyla başladı ve yoğun çatışmalar sonrasında Hindistan’ın üstünlüğü ile sona erdi.
KEŞMİR'İN KADERİ DEĞİŞTİ Mİ?
Hindistan ve Pakistan arasındaki tarihsel çatışmaların merkezi olan Keşmir, son yıllarda artan askeri müdahaleler ve demografik değişim politikaları ile yeniden uluslararası toplumun gündemine oturdu. 2019 yılında Hindistan hükümeti, anayasada Cammu ve Keşmir'e özel statü tanıyan 370. Madde'yi kaldırarak bölgenin özerkliğine son verdi.
Hindistan hükümeti, 5 Ağustos 2019 tarihinde aldığı sürpriz bir kararla, Hindistan Anayasası’nın 370. Maddesi’ni yürürlükten kaldırdı. Söz konusu madde, Cammu ve Keşmir’e özel bir özerklik statüsü tanıyor, bölgenin kendi yasalarını yapmasına ve özerk bir yönetime sahip olmasına imkan sağlıyordu. 370. Maddenin iptaliyle birlikte, Keşmir'in Hindistan'a tam entegrasyonu sağlanmış oldu. Ancak bu hamle, bölgede büyük bir siyasi ve toplumsal krizin fitilini ateşledi.
SEÇİM HARİTASI DEĞİŞTİ: DEMOGRAFİK MÜHENDİSLİK Mİ?
2022 ve 2023 yıllarında Hindistan merkezi hükümeti, Keşmir'deki seçim bölgelerini yeniden çizdi. Yeni düzenleme, Hindu nüfusun çoğunlukta olduğu bölgeleri ön plana çıkararak, Müslümanların siyasi temsiliyetini zayıflatmayı amaçladığı iddiasıyla eleştirildi.
Pakistan, Hindistan'ın bu hamlesini “uluslararası hukukun açık bir ihlali” olarak nitelendirirken, Birleşmiş Milletler de seçim haritasının yeniden çizilmesinin bölgedeki gerilimi artırabileceği uyarısında bulundu.
SRİNAGAR'DA G20 TOPLANTISI: MEŞRUİYET ARAYIŞI MI?
Hindistan hükümeti, Keşmir üzerindeki kontrolünü uluslararası alanda meşrulaştırmak amacıyla 2023 yılında G20 Turizm Toplantısı'nı Srinagar'da gerçekleştirdi. Pakistan bu duruma sert tepki gösterirken, Çin ve Türkiye de Hindistan'ın bölgedeki askeri varlığını “fiili işgalin meşrulaştırılması” olarak tanımladı.
HİNT MÜSLÜMANLARININ GELECEĞİ NE OLACAK?
Sadece Keşmir değil Hindistan'da Modi yönetimi boyunca Müslüman azınlıklar, çeşitli seviyelerde ayrımcılıkla karşı karşıya kaldı. Özellikle 2019 yılında çıkarılan Vatandaşlık Değişiklik Yasası (CAA), göçmen Müslümanların vatandaşlık haklarını büyük ölçüde sınırladı. Afganistan, Pakistan ve Bangladeş’ten gelen Hindu, Sikh, Jain, Budist, Parsi ve Hristiyan göçmenler kolaylıkla vatandaşlık alırken, Müslüman göçmenler bu ayrıcalıktan mahrum bırakıldı.
Modi yönetimi ayrıca, Müslüman vakıf mallarını devlet kontrolüne almayı öngören yeni bir yasa tasarısını da yürürlüğe soktu. Bu düzenleme, Müslüman toplulukların ekonomik varlıklarının ciddi şekilde zarar görmesine yol açarken, Müslüman liderler bunu “ekonomik baskının yeni bir aracı” olarak değerlendirdi.
Keşmir halkı da bu baskılardan nasibini aldı. Ekonomik kaynakların zarar görmesi, iletişim kısıtlamaları ve güvenlik önlemlerinin artması, bölgedeki Müslümanların hayat koşullarını her geçen gün daha da zorlaştırdı.