Tarih ve gönül sultanlarının buluşma noktası! Evliyalar yatağı Suriye

Suriye toprakları, İslam tarihinde yalnızca siyasi ve kültürel merkez değil, aynı zamanda pek çok evliyanın, âlimin ve zahidin yaşadığı bereketli bir diyar olmuştur.
Müslümanların Şam’a adım atışı Hazreti Ömer (radıyallahü anh) döneminde gerçekleşti. Yermük Savaşı ile başlayan fetihler, bölgeyi İslam coğrafyasının ayrılmaz bir parçası hâline getirdi. Ardından Emevîler, başkentlerini Şam’a taşıdı. Bu dönem, şehrin altın çağlarından biriydi. Saraylar, camiler ve medreselerle donatılan Şam, Müslümanların ana merkezlerinden biri oldu.
Hadis-i şeriflerde de Şam’ın faziletine sıkça bahsedilmektedir. Peygamber Efendimiz (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) “Şam’a ne mutlu! Şüphesiz meleklerin kanatlarını yaydığı beldedir” buyurarak bu toprakların manevi önemini vurgulamıştır.
Dünyanın en eski şehirlerinden biri olan Şam, tarih boyunca sadece siyasetin değil, İslam tarihinin en önemli merkezlerinden biridir. Peygamber Efendimizin müezzini Bilâl-i Habeşi, Muaz bin Cebel, Ebü’d-Derda hazretleri ve daha birçok sahabe-i kiramın “radıyallahü anhüm ecmain” kabr-i şerifleri Şam’dadır.
Yine tasavvuf ulemasının büyüklerinden “Şeyhü’l-Ekber” lakabıyla bilinen Muhyiddin İbnü’l-Arabî, Mevlâna Halid-i Bağdadî, hadis âlimi İmam Nevevî ve mutasavvıf Abdülgani Nablusi, büyük fıkıh âlimi İbni Abidin hazretleri de Şam’ın manevi sultanları arasında yer alır. Bu sebeple bölge tarih boyunca “evliya yatağı” olarak anılmıştır. Bugün Şam sokaklarında dolaşırken, hemen her köşede bir sahabenin ya da büyük bir velinin izine rastlarsınız.
MAARETÜ'N-NUMAN
Tarih boyunca Şam ile Halep arasında önemli bir durak olan, bugün de Suriye’nin kalbinde yer alan Maaretü’n-Numan, geçmişte özellikle Abbâsîler döneminde medreseleri, âlimleri ve evliyaları ile ilim, irfan, kültür ve maneviyat merkezi olmuş, Müslümanlar huzur ve rahat içinde yaşadıkları bir mübarek belde idi. Bugün Esad’ın zulmüyle âdeta harabe görünümüne bürünmüş olsa da, asırlar öncesinden gelen mübarek zatların hürmetine hâlâ ayakta durmaktadır. Şüphesiz bu toprakların en büyük ve mübarek zatlarından birisi ise, Emevî halifelerinden Hazreti Ömer bin Abdülaziz hazretleridir.
ÖMER BİN ABDÜLAZİZ HAZRETLERİ
Emevî halifelerinin sekizincisi olan Ömer bin Abdülaziz hazretleri, adalet ve takvasıyla tanınan Emevîlerin arasında “İkinci Ömer” diye bilinir. Saltanat tahtını bir hükümdar olarak değil, tebasının dertleriyle dertlenen, sarayların ihtişamını değil adaletin gölgesini tercih eden, adaletin sultanı, tevazunun timsali, kısacık ömrünü ve saltanatını insanlara ve din-i İslam-ı mübine hizmet yönünde feda etmiş, tarihin şanlı sayfalarında mübarek bir devlet adamı ve evliya-ı kiramdan bir zat olarak yer almıştır.
Ömer bin Abdülaziz hazretleri dine sokulan bidatleri ortadan kaldırıp, unutulmuş sünnetleri meydana çıkarmaya çalıştı. Hadis-i şerifleri toplatıp, kitap hâline getirdi. Ömer bin Abdülaziz hazretleri aynı zamanda içtihatları ile kendisinden sonra gelenlere yol göstermiş ve diğer âlimler tarafından da makbul karşılanmıştır. Ahmed bin Hanbel hazretleri buyuruyor ki:
“Sahabe fetvalarından sonra en geçerli fetva Tabiîn fetvalarıdır. Bunlar içinde en çok tercih ettiğim Ömer bin Abdülaziz’in fetvalarıdır.”
Ömer bin Abdülaziz hazretlerinin Hama yakınlarındaki Maaretü’n-Numan bölgesindeki kabr-i şerifi savaşlar sebebiyle çok defa zarar görmüş, en son Türk hükûmetinin gayretleriyle restore edilerek ziyarete açılmış ve koruma altına alınmıştır. Şimdilerde pek çok Müslüman tarafından ziyaret edilerek feyz ve bereketinden istifade edilmektedir.
MUHYİDDİN-İ ARABÎ HAZRETLERİ
Muhyiddin-i Arabî Hazretleri, evliyanın büyüklerinden, tasavvufta yüksek derecelere erişmiş, ömrünü Allahü tealanın emir ve yasaklarını anlatmak ve insanların ebedî saadete kavuşması için geçirmiş büyük bir İslam âlimidir. 1165 yılında Endülüs’ün Mürsiye (Murcia) şehrinde dünyaya gelmiş, tefsîr, hadîs, fıkıh, kırâat gibi pek çok ilimlerde büyük âlim olmuştur. Tasavvufta, Ebû Midyen Magribî, Cemâleddîn Yûnus bin Yahyâ, Ebû Abdullah Temim, Ebü’l-Hasan ve Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin rûhâniyetinden feyz almış, yüksek derecelere kavuşup, meşhûr olmuştur.
Muhyiddîn-i Arabî hazretleri her işini Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak için yapardı. Allahü teâlânın rızâsına ve mârifet-i İlâhiyyeye kavuşmak için İslâmiyete tam uymak gerektiğini belirtirdi.
“İslâmiyetin emirlerinden bir emri yapmayanın mârifeti sahîh değildir” buyururdu.
Hayatının büyük kısmını İslamiyetin emir ve yasaklarını anlatmak yolunda geçiren Muhyiddin-i Arabî hazretleri, Mekke, Şam, Anadolu ve çeşitli İslam beldelerini ziyaret etmiştir. Son yıllarını Şam’da geçirmiş, 1240 yılında burada vefat etmiştir. Kabri, bugün Şam’da ziyaret edilen önemli maneviyat merkezlerinden biridir.
Şam ve çevresi, “Şam diyarı” olarak bilinen bu geniş coğrafyada, asırlar boyunca sayısız veliler ve ilim adamları gelmiş geçmiş, hepsi Allahü tealanın emir ve yasaklarını anlatmak için ömürlerini feda etmişlerdir.
Allahü teala hepimizi şefaatlerine nail eylesin.
ŞAM’IN MANEVÎ IŞIĞI: MEVLÂNA HALİD-İ BAĞDADÎ HAZRETLERİ
Suriye deyince hiç şüphesiz akla İslam tarihinin en büyük komutanlarından, Suriye topraklarında derin izler bırakmış, “Allah’ın Kılıcı” lakabıyla anılan Halid bin Velid hazretleri gelir. Halid bin Velid hazretleri, İslam ordularını birçok savaşta zaferle buluşturmuş, özellikle Yermük Savaşı ile Suriye’nin fetihlerinde önemli bir rol oynamıştır. Onun üstün askerî zekâsı ve cesareti, Müslümanların gönlünde ayrı bir yer edinmesine vesile olmuştur.
Humus’ta bulunan kabri, bugün hâlâ Müslümanların ziyaret ettiği mukaddes mekânlardan biridir. Suriye halkı, Halid bin Velid hazretlerinin manevi mirasını büyük bir hürmetle yaşatmaktadır.
Şam’ın kalbinde yükselen Emevî Camii, hem muhteşem mimarisi hem de barındırdığı manevi enerji ile Müslümanların buluşma noktası olarak dikkat çeker. Caminin içinde Yahya aleyhisselamın makamı bulunur. Yüzyıllardır buraya gelen Müslümanlar huşu içinde ibadetlerini yapar, dua eder, kalplerini manevi huzurla doldurur. Yakın geçmişte savaşın gölgesine ve yaşadıkları zulme rağmen, Şam halkı hâlâ evliyaların türbelerini ziyaret etmeyi bırakmamış, manevi bağlarını koparmamıştır. Anadolu’daki tekkelerle, Şam’daki dergâhlar arasındaki bağ bugün de hatırlanır.
EMEVÎ CAMİİ: KALBİN ATIŞ NOKTASI
Tarihin derinliklerinden günümüze kadar uzanan mübarek şehir Şam, asırlar boyunca nice âlim ve veliyi bağrında barındırdı. Bu maneviyat sultanlarından biri de, Nakşibendî tarikatının Halidiyye kolunun kurucusu olan Mevlâna Halid-i Bağdadî hazretleridir.
İnsanlara hak yolu göstererek hakîki saâdete, kurtuluşa kavuşturan ve Silsile-i aliyye adı verilen âlimler ve velîler zincirinin yirmi dokuzuncusudur. Asrının müceddidi idi. 1779 yılında Irak’ın Şehrezur bölgesinde dünyaya gelen Mevlâna Halid hazretleri, küçük yaşlardan itibaren ilim yolunda yürüdü. Fıkıh, tefsir ve hadis gibi zahirî ilimlerde derinleşti. Gençlik yıllarında tasavvuf yoluna yönelerek Hindistan’a gitti ve orada dönemin büyük mürşidi Şeyh Abdullah Dehlevî hazretlerinden mutlak icazet ve hilafet aldı.
Mevlânâ Hâlid hazretleri daha sonra memleketine geri dönüp ilim ve edeb neşretmeye başladı, insanlara İslamiyet’in emir ve yasaklarını anlatıp, dünyâ ve ahirette kurtuluşa ermeleri için çalışmaya başlamıştır.
Mevlâna Halid-i Bağdadî hazretlerinin yetiştirdiği yüzlerce halife, Anadolu’dan Balkanlara, Kafkasya’dan Orta Doğu’ya kadar geniş bir coğrafyada medreseler kurarak, İslamiyet’i, Ehli Sünnet itikadını ve Nakşibendî yolunun edeplerini insanlara ulaştırdı, onları irşad ederek İslam güneşinin parlamasına vesile olmuştur.
1827 yılında Hakk’ın rahmetine kavuşan Mevlâna Halid-i Bağdadî hazretleri, bugün Şam’da Kasiyun Dağı eteklerinde bulunan türbesinde sevenlerini ağırlamaya devam ediyor. Kabri, dünyanın dört bir yanından gelen ziyaretçilerin manevi hazla doldukları bir mübarek mekândır.