Haber bültenleri ve gazete sayfalarından taşan kabarık bir dert listemiz var ve hepsini başımıza sarıp musallat eden ahlaki cinnettir. Çarşıda gezen biri vücuda dövme yapan bir dükkânın vitrininde dikkat çekici bir dövme görmüş. Yazı şöyle: "Kaybetmek için doğmuşum" Merak edip dövmeciye sormuş: "Böyle rezil bir yazıyı vücuduna yazdıran karakter olur mu?" Adam başını sallamış: "Yazı önce kafaya (zihne) sonra vücuda yazdırılır."
Bir estetik cerrah da dert yanmış: "Geçenlerde bir kız elinde Angelina Jolie'nin fotoğrafıyla geldi ve bununki gibi bir dudak istiyorum..." demiş. Doktor da "Git dudaklarını şişireceğine kafanı şişir" demiş...
Bu cinnetten kurtulmanın yolu, kötü alışkanlıkların modellendiği çevreden, yayınlardan, film ve dizilerden, şahıslardan uzaklaşmak, seviyeli fikirlerin ve sohbetlerin bulunduğu değer verildiği ortamlarda bulunmak. Ruh ve kalp buralarda beslenir veya zehirlenir.
Ailemiz gerçek bir terbiye ve karakter eğitiminin yapıldığı yerdir ve öyle olmalıdır.
Aile bu sorumluluğu almadığı zaman çocuklar ve gençleri sokak terbiye eder. Ancak sokak bizi ciddi endişelere sevk ediyor, sorun şu ki, "Evde terbiye mi bitti, evdekiler umursamaz mı oldu? Dışarıda mı sorun var, yoksa ta içimizden gelen bir eksiklik mi var? Parklarda grup hâlinde kavgaya hazır gençlere mi, kravatı gevşetmiş sallanarak yürüyen sorumsuz, lakayt gençliğe mi yansak, küfürlü konuşup bağıra çağıra yürüyen ahlak yoksunu tertemiz gençliğe mi ağlasak, yoksa yavaş yavaş kararan geleceğimize mi?" diye soruyor yazar Rıdvan Akgül.
Tüm dünya sessizce ama kesin bir şekilde bir "açık hava tımarhanesine" dönüşüyor diyor Psikolog, Jean Twenge. 14 yıl süren 18-35 yaş grubunda 1.3 milyon kişiyi kapsayan devasa bir istatistikî çalışma yapmış. Bu gençleri, benmerkezciliği olan, ailelerden çok sinema ve diziler, radikal müzik grupları reklâmlar, yaşıtları, medya ve sosyal çevre yetiştiriyor diyor.
"Neyle mutlu oluyorsan onu yap, sadece kendin ol, başkalarının ne dediğini umursama" diyen ve toplumun ahlak kurallarının çöküşüne sebep olan bir anlayıştır. Kendi doğruları ile toplum değerlerine savaş açıyor, zengin ve kariyer sahibi olmayı umarak yetişiyorlar ama ceplerindeki para bir apartman kirasını bile ödemiyor. Kavuşmak istedikleri servet, ulaşmak istedikleri kariyer için bedel ödemeyi göze alamıyorlar. Onların kahramanları içinde bedel ödeyerek örnek olan yoktur...
Sonuç şu ki, acil tedbir alınmazsa gittikçe yalnızlaşan aşırı bencil, zevkperest, kaygılı, öfkeli, nefret dolu bir topluma doğru gidiyoruz. Medyanın kendilerine sunduğu hayali dünya içinde mahkûm olarak kalacaklar.
Bu çalışmanın yapıldığı toplum ile bizimki örtüşmez diyenler yanılıyor. Benzer bir çalışmayı psikiyatr Dr. Mustafa Merter, iki yıllık bir çalışma ile 13-17 yaş grubunda bin kişi üzerinde yapmıştı. Bunların yarısı, aileleri ile yaşamak istemeyip, ayrı bir eve çıkmak istiyorlarmış.
Öz saygı ve sağlam bir ahlak, aileden başlayarak ahlaklı insanlarla ilişkilerimizden beslenir ve şekillenir.
Başarılı insan yetiştirmenin yolu, Eshâb-ı kiramı, İslam âlimlerini, ecdadı tanımaktan geçer. Eğitim ve aile kurumlarının sorumluluğu, çocuk ve genci, mafya babalarının, sokak kabadayılarının, havada uçan yarasa, kurt ve örümcek kahramanların hayatını ballandıran sokağın ve medyanın insafına terk etmemektedir. Hiçbir anne, bir hekim, akademisyen, mühendis ya da ilim adamı dünyaya getirmez ama bir katil, hırsız ya da uyuşturucu bağımlısı da getirmez. Her aile her eğitim kurumu aynaya bakmalı...