Dünyanın bir ucunda ortaya çıkan bir hastalığın birkaç ay içinde bütün yerküreye yayılarak bir felakete dönüşebileceğini uzunca bir süre çoğu ülke lideri kabul edemedi. Başta hazmedemeyenler, sonunda yakasını bırakması karşılığında yağmalayarak elde ettikleri tüm “zenginliğini” virüse teslim etmeye razı hâle geldi.
Uzmanlar salgınla mücadelenin “kontrollü hayat” denilen üçüncü safhasına girdiğimizi ve gelecek için umutların “ya aşının bulunması” ya da "virüsün mutasyona uğraması” olacağını söylüyor. Bu bekleyiş ne zaman biter kesin bir süresi yok.
Süreç devam ederken, toplumda hâkim olan “ikinci dalga" korkusudur. Belirsizliğin güven duygusunun tahrip olmasına bunun da insanlarda korkuya yol açtığı söyleniyor. Aslında insanların kaybettiği değil kazandığı çok önemli bir şey var ki o da; “İnsan olduğunu hatırlamasıdır…”
Bu da “karantina günlerinin” kazanımı olacak. Salgından çok zaman önce paraya, pula teslimiyetin yol açtığı bu vurdumduymazlıktan bahisle “Ne yazık ki etrafımız sahip olduğu tüm zenginliğe rağmen kendini keyifsiz ve mutsuz hisseden insanlarla doludur. Keşke boş bir zihin ve paslanmış bir kalb de, boş bir mide gibi sahibine sıkıntı verseydi. O zaman hayatın maksadının ne olduğunun böylesine unutulduğu bir dünya yerine, daha farklı bir dünyada yaşıyor olurduk” diye yazmışım bir tarafa.
İşte Covid-19 kapıyı çalınca bütün insanlık baş ağrısıyla uyandı!..
Bedenimizin rahatlığı için her türlü tedbiri almakta ustayız, ama ihtiyacımız olan ruhsal beslenmeyi ihmal etmemiz, bizi her gün sevdiklerimizden ve hayatın maksadından uzaklaştırıyor ve bunu ancak sona yaklaştığımızda fark edebiliyoruz. Çoğu insanın da bunu yakalayacak kadar şansı olmayabiliyor zaten ölüm döşeğinde pişmanlık çekmeyen insan görmedim.
Hayatımızı kolaylaştırmak için peşinden koştuğumuz her yenilik bize yük oldu. Bedenimizdeki bir hastalığın hayatımızı güçleştirdiğini yakinen bildiğimiz hâlde; ruhsal ve zihinsel açlığın hayatımızda daha derin tahribatlar yaptığını fark edemiyoruz.
Ünlü Rus yazar Soljenitsin o günün Rusya’sından göçle Amerika’ya yerleştiği zaman kendisinin büyük sıkıntılardan, ruhi bunalımlardan kurtulacağını zannetmişti... Bir gün bir üniversitede gençleri başına toplayarak onlara şunları söyledi:
“Ben buraya gelince çok bahtiyar olacağımı zannetmiştim. Ne yazık ki burada da büyük bir boşluk hissediyorum. Çünkü siz artık maddenin esiri olmuşsunuz. Evet, burada hürriyet var, herkes istediğini yapıyor. Fakat yalnız maddeye önem veriliyor. Ruhlar boş. Hâlbuki insanı hakiki insan yapan onun gelişmiş, temizlenmiş ruhudur. Size tavsiyem şudur: Ruhunuzu geliştirmeye, güzelleştirmeye bakın. Ancak o zaman ülkenizdeki sizi üzen çirkinlikler yok olmaya başlar. Dine önem verin; çünkü din, ruhun gıdasıdır..."
Karantina süresince sahip olduğumuz çoğu teknolojik imkân ve fırsatı kullanamadık. İnsanların çoğunun yaşadığı hayal kırıklığı ve depresyonun sebebi bu maddiyattan mahrum kalmasıdır.
Hâlbuki insanı diğer mahlûklardan ayıran en büyük fark bedeninin yanında ruhunun da bulunması, düşünebilmesi, bütün olayları muhakeme edebilmesi, aklı ile karar verebilmesi ve iyilik ve fenalığı ayırabilmesi, davranışlarını değerlendirebilmesidir.
Salgınla mücadelenin üçüncü safhasında “insanların öz güvenini tahkim edecek çalışmaları sürdürmek gerek” diyen arkadaşlar var. Burada kullanılan “öz güven” kelimesini “tevekkül” ile değiştirmek gerekir.
SÖZÜN ÖZÜ; Ne öz güveni hemşehrim?.. Gözün fark edemeyeceği çapta bir virüs tarafından evlere kapatıldık. İnsanın “Bu başımıza gelen nedir?” diye kendine sorma zamanı gelmedi mi?!.