İki kardeş talebeleri unutmuş anlattıkça anlatıyorlardı...

A -
A +
Onlar, asil bir ailenin; meşhur Seyyid Selman Sükûti Efendinin çocuklarıydı...
 
 
         SEYYİD BACI KARDEŞLER
Serin, yağmurlu güz günleri devam etse de “pastırma yazı” denilen günler yaşanıyordu. Erzurum'un üzerini bir şemsiye gibi örten kurşunî bulutlar dağılmış, yerini masmavi gökyüzüne bırakmıştı. “Havalar iyi, bu hafta sonu Çeperli'ye gidelim” diyerek arkadaşına haber verip yol hazırlığına başlamıştı Osman Bedreddin. Sabah, namazdan çıkar çıkmaz yola koyuldular. Bugün içi buruk bir heyecan içindeydi; oysa eskiden olsaydı sevinçten kabına sığmazdı genç Osman Bedreddin. Çünkü kırk gündür görmediği ablasını görmeye, yeni sene eğitimine de “hayırlı-mübarek olsun" demeye gidiyordu, bir de duyduklarını ablasına haber vermeye... Kış tam girmeden, kar yolları kapamadan hasretlik giderecek, ablasının eksiklerini tedarik edip dönecekti. Onların planı böyleydi lakin takdir-i ilahi neyi, nasıl gösterecekti bilemiyordu...
Bacı kardeş; rençperlerin, sap arabalarıyla nasıl çalışıp neler taşıdıklarından, kara kargaların nasıl keyifle “gak gak” diye ötüşlerinden, köyün tozundan, toprağından, ot tayalarından, saman mereklerinden, değirmen, un, hedik, dibek ve yapılan kış hazırlıklarından bahsedip durdular… Hâlbuki onlar, asil bir ailenin, meşhur Seyyid Selman Sükûti Efendinin çocuklarıydı, bütün hayalleri; çiftçilerle, önlerinde uzayıp giden ovayla sınırlı olmamalıydı, diye düşünürken Nene; Ermenilerin isyan edebileceklerini, onları desteklemek için Rusların hazırlık yaptığından dem vurmaya başlayınca pek şaşırmıştı. Henüz düşman-müşman ortalıkta yoktu, kimse bir şey görmemiş, duymamıştı bile. Peki, bu konuşulanlar neyin nesiydi?
Talebelerin biraz ilerisinde, yan sedirde oturuyorlardı. Osman Bedreddin isimli, hoca hanımefendinin küçük kardeşi, çocuk olmasına rağmen, yaşından büyük ve olgun gösteriyordu. Sıcağa aldırmadan cübbe giymişti. Kucağında birkaç kitap tutuyordu. Belki de köy köy dolaşıp vaaz veriyordu bu yaşta. İki kardeş talebeleri unutmuştu. Oturmuşlar halı mindere, anlattıkça anlatıyorlardı.
- Kargalara taş atamıyorum abla!
- Allah Allah! Hele bak sorduğuna! Niçin atıyorsun ki? Başka derdin yok mu, hayvancağızları rahatsız ediyorsun?
- Kollarımı, bileklerimi kuvvetlendiriyorum abla. Onları görünce içimden taş fırlatmak geliyor, yere eğilir eğilmez havalanıyorlar. Nasıl kaçıştıklarını bir görebilsen!
- Bak hele! Sen bu işi boşuna yapmıyorsun ama…
- Boşuna olur mu abla? Dedim ya biraz hareket olsun, kollarım kuvvetlensin istiyorum.
- Her neyse! İyice meraklandım! Bir gün ben de deneyeceğim. Kardeşim, konuyu sağa sola saptırma, sadede gel! Babam niçin korkarmış ve sen niçin pazılarını kuvvetlendirme ihtiyacı duyuyorsun?
- Abla; babam yaşlandı malumunuz! Korkusu da ölmekten değil bizleri düşünmekten, Ümmet-i Muhammed’in hâlini, akıbetini dert etmekten dolayı!
- Ne var hâlimizde, dün nasılsa bugün de aynı değil miyiz?
- Öyle de… Bilmediğiniz şeyler de var abla!
- Korkutma insanı Osman Bedreddin! Neymiş onlar?
- İşte anlatılması oldukça zor şeyler abla! “Hemen göster” desen gösterilmeyecek çeşitten! DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.