İnsanın hakiki hürriyeti, ancak öz vatanında bulunuyormuş...

A -
A +
“Bülbülü altın kafese koymuşlar; ah vatanım, vah vatanım diye inlemiş!"
 
İçinde bulunduğu durumundan beklenmeyecek bir çeviklikle pencereye yürüdü. Açması ile odaya ezan sesiyle, bacalardan çıkan duman ve toprak kokusu birbirine karışarak, kuş cıvıltılarıyla içeri doluştu.
“Hey gidi Erzurum! Hey! Ne de çok hasretinle yanmış, kavrulmuşum!” deyip memleket kokan, serin havayı derin derin teneffüs etti. Bu hareketi kaç defa tekrarladığını kendisi de hatırlayamadı.
“Bülbülü altın kafese koymuşlar; ah vatanım, vah vatanım diye inlemiş! Boşuna değilmiş meğer...”
İnsanın hakiki hürriyeti, ancak öz vatanında bulunuyormuş, bunu bir daha yakinen hissetti asker Hasan.
“Sağlığım yerinde olsaydı, çıksaydım buradan, koşsaydım. Ulucâmi-i şerifte sabah namazımı kılsaydım, Çifte Minareli Medrese’de tesbih çekseydim. Hiç durmadan koşsaydım; Yakutiye, Ali Paşa’yı geçip Kalenin burçlarından atlasaydım... Tabakhane’den su içip Taş mağazalarından Habip Baba’ya inseydim. Koşsaydım hep, alabildiğince... Yorulunca bir düzlükte uzanıp dinlenseydim. Oradan Abdurrahman Gazi’ye çıksaydım. Bütün abâ-i ecdadıma Yâsîn-i şerîfler okuyup yollasaydım. Ah! Ah! Vatan en büyük varlığım, her şeyim... Burada doğdum, burada büyüdüm, burada doydum, burada tattım huzurların, saadetlerin en güzelini... Burada da ölmek isterim... Bundan dolayı yurdumdan, ata, dede topraklarından uzakta yaşamanın imkânsızlığını bir kere daha anladım. Ne kadar bolluk içinde olursak olalım vatansızlık biz dadaşlara zor geliyor, ar geliyor…”
Nasıl ki bülbül, asıl vatanı olan yeşil tabiatın, gül dallarının, kanat çırpacağı mavi göklerin hasretini çekmişse, insan da öyle çekermiş! Bülbül bir an evvel altın kafesinden ayrılmak, kurtulmak istermiş, insanoğlu da hep öyle; esaretten kurtulmanın yollarını aramış, hasretliğini çektiği vatanı için yanmıştır. Hele bir de sevdalısı varsa ve de ondan ayrı düşmüşse; hür yaşayacağı vatanını istemesinden, kalbinin yanıp tutuşmasından daha tabii ne olabilirdi.
Güneşin başka doğar, ayın bir başka,
Şehrin başka güzel, köylerin bambaşka,
İnsan kendi yurdunda geliyor aşka.
Bu kahraman milletle olur mu şaka?
Ay yıIdızIı bayrağımla sen çok yaşa!..
Penceresinden gözüken şehre bakarak yorgun ciğerlerini sabahın serin esintisi ile doldurdu yeniden. Ağır ağır abdestini aldı, sabah namazını kıldı huşuyla. Mutfağa yöneldi. Taş kurundan bir maşrapa serin su aldı, tuluktan peynir, tekneden lavaş... Uzun zaman bu şekilde karın doyurmaya hasretti. Yiyecek ne iştahı, ne de hâli vardı, sadece askere gitmeden önceki yaptıklarını yeniden yaşamak istiyordu o. Oturdu mindere, bir iki lokma atıştırdı. Atıştırdı ama lokmalar ağzında büyüdü.
Odasına yöneldi. Eski bir masanın yanındaki tahta sandalyeye ilişti.
Masanın üstü çiçeklerle doluydu. “Nene bacım çiçekleri pek sever, burada da onlarsız edememiş” dedi. Uzandı, yapraklarının üzerinde titreyen parmaklarını dolaştırdı. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.