“Bu meraklı soru lise yıllarını da aştı, üniversite kapısından içeriye benimle birlikte girdi…”
Daha 14-15 yaşlarındaydım… Öğretmenimizin verdiği bir ödevi araştırırken tanışmıştım onunla…
Tam İlmihal'di o… Küçücük yazılarıyla ve de resimsiz sayfalarıyla hemen dikkatimizi çekmişti.
Hele de içindeki dörtlükler hâlinde ikilikler hâlinde yazılan o şiirler yok mu okumadan sayfaları çeviremezdik…
“Mustarip bir gönülle, kâbuslu hayâllerle/Vuslat-ı canana ve gülistana elveda!/Gizli “âh” çekmelerle, içli iniltilerle/Zevkine doymadığım Nevbahar’a elveda...”
Tam on bir kıta… Bu nasıl şiir böyle… Her birkaç sayfada bir şiir… Bu nasıl bir kitaptı böyle… Daha önce okuduklarımıza hiç benzemiyordu... İçindekileri de hiç kimseden duymamıştık… Ne garip bir şeydi…
Ders bitip de okuldan eve gelir gelmez, fındık ağacının altına attığımız kilimin üzerinde, kitap okuduğumuz o güzelim saatler, ne zevkli zamanlardı...
İyi de bu kitabı yazan olduğuna göre, okuyan da var mıydı acaba? Ya içinde yazılanlara göre hayatını düzenleyenler yani şimdiki söylemle okuduğuyla amel edenler var mıydı? Var ise kim bilir nasıl insanlardı?
Bu meraklı soru lise yıllarını da aştı, üniversite kapısından içeriye benimle birlikte girdi… Diyebilirim ki sırf bu yüzden gittim üniversiteye… Hangi yüzden? “Dinini bilen seven arkadaşlarımız olsun” diye...
Fakat bu koca üniversite bir gayya kuyusu gibiydi… Bize göre temel çürük olduğundan, belki de hiç temel olmadığından, herkes burada ayrı telden çalıyordu.
Allah’ım, kimin sevilip kimin sevilmeyeceğini bilmek ne çetin bir işmiş meğer! Ve ne büyük bir nimetmiş…
Yıllar geçti... Hani derler ya “aramakla bulunmaz ama arayanlar bulanlardır” diye… Biz de günlerimizi hep bu ümitle geçiriyorduk.
Acaba ölmeden önce “dinini bilen ve seven” kimselerle karşılaşabilecek tanışabilecek miydik?
Yoksa şu garip dünyada bir garip gibi kimsesiz ve yalnız olarak mı yaşayacak öyle mi göçüp gidecektik?
Allahü teâlâ ihsan etti... Yıllar içinde aranılana kavuşuldu... 29 Ekim... Kalbimize kuvvet gelmesine vesile olan, o güzel insanların evlilik yıl dönümleri... Sıhhat ve afiyette nice yıllara efendim.
Ne diyordu yazar; “Haydi... Bir sevda söyleyin ve hikâyesini yazın... O sevdayı yaşadığınız sürece...'anlaşılmazlık’ ‘sadakat nişanı olacaktır göğsünüzde...''
Rumuz “Çatalca”