“Yıllar su gibi akıp gitti. Babasını otuz yıl önce şehrin mezarlığına defneden Ahmet de yaşlanıverdi.”
Ama Nasreddin eline kapanan köylüye izin vermedi:
“Estağfirullah efendim, biz kimiz ki elimizden öpmek istersin. Haydi haydi, hayvancağızı yolda koma, bak nasıl melul melul etrafına bakınıyor.”
Köylü, derin bir nefes aldı. Hacı’ya teşekkür etti ve elindeki yularıyla hayvancağızı çekiştiriverdi, süklüm püklüm gittiler...
İşte Ahmet böyle bir babanın oğluydu. Onun gibi iyilik etmeyi sever, hayırda bulunmayı ister, kimsenin gönlünü kırmazdı. “Babam gibi olabilir miyim hiç, mümkün mü? O evliya gibi adamdı. Koca memlekette kimseyi kırdığı görülmemiştir. Herkese selâm verir, herkesin selâmını alırdı. Keşke hayatta kalsaydı da ondan daha çok istifade etseydim, sözüne kulak verip tavsiyelerini dinleseydim, ellerine kapanıp öpüp hayır duasını alsaydım. Daha ahlâklı, iyi, erdemli bir adam olabilseydim.”
Ahmet böyle derdi ama çevresi bunu mütevazılığına verirdi. “Yok Ahmet yok! Kendine haksızlık etme, sen de babana yaraşır bir evlat oluverdin, baksana onun bütün güzel huylarını âdeta özünde oluşturdun. Rahmetli baban memleketin tek ‘para bozduran adam’ıydı. Sen de şimdi öylesin, en uzak mahallelerden sana geliyorlar. Namın şehre yayıldı. Yani dememiz o ki, babacığının yolundan gittin, onu halka arattırmadın. Allah senden razı olsun. İnşallah oğlun Hasan da senin gibi olur, izini takip eder.
Ahmet bu iltifatları yine de kabul etmez, ama komşularını ve dostlarını kırmamak için sesini çıkarmazdı... Günler geldi günler geçti. Yıllar su gibi akıp gitti. Babasını otuz yıl önce şehrin mezarlığına defneden Ahmet de yaşlanıverdi. Yaşı, babasının vefat ettiği yaşa yaklaşıyordu. 60’ı geçmiş, 70’ine merdiven dayamıştı. Evdekilere, akrabalarına, komşulara arada bir dertlenirdi:
“Ömür gelip geçti, babamın yaşına yanaştım. Ama gelin görün ki bu hayat nasıl gelip geçti bir türlü anlayamadım. İş güç, evlad ü iyâl (çoluk çocuk) derken hayatın sonuna doğru yanaşıyoruz. Allah sonumuzu hayreyleye.”
Bir gün hasta oldu, yataklara düştü. Bu ayakta atlattığı hastalıklardan hiçbirine benzemiyordu. Eve mıh gibi çakılıp kalmıştı. Artık oğlu Hasan evden çıkıp gidiyordu dükkâna. İşleri o yürütüyordu. Gelen müşterilerle ilgileniyor isteklerine o cevap veriyordu. Zaten çocukluğundan beri babasının yanında dura dura mesleği kavramış, iyi bir esnaf olmuştu. Köylülerin aksanını öğrenmiş, onlar gibi konuşuyordu.
DEVAMI YARIN