30 yıl sonra eşinin özel notlarıyla Tarık Buğra: Sanat bütün aşkıydı, bütün hayatını aldı!

Düzenleyen: / Kaynak: Türkiye Gazetesi
- Güncelleme:
30 yıl sonra eşinin özel notlarıyla Tarık Buğra: Sanat bütün aşkıydı, bütün hayatını aldı!

Kültür - Sanat Haberleri  / Türkiye Gazetesi

Türk edebiyatının son yüzyılda mümtaz isimlerinden olan Tarık Buğra’nın vefatının üzerinden 30 yıl geçti. 26 Şubat 1996'da eşi Hatice Bilen Buğra'nın yazarın defterlerinden notlarla kültür sanat sayfamıza yazdığı yazı dikkate değer bilgiler sunuyor. Gazetemizde de yazarlık yapan Buğra'nın, düşünce ve sanat hayatına dair notlara bakalım.

Eşi Hatice Bilen Buğra, Tarık Buğra'nın vefatının ardından onun anlaşılması için röportajlar vererek metinler kaleme aldı. Vefatının 2. yılında gazetemizde yayınlanan yazısı da bunlardan biriydi.

Tarık Buğra'nın defterlerinden notlarla hazırlanan bu yazı 30 yıl sonra dikkate değer bilgiler sunuyor.

Sanat hayatı boyunca edindiği tecrübelerle oluşan düşüncelerini sunan bu notlar, yazarın biyografisine dair tarihe bir not düşüyor. İşte o yazı:

“Tarık Buğra, duygularında bütün zevk inceliklerini taşıyan bu zarif insan bundan tam iki yıl önce öldü; sevmesini bilen kalbinin çarpması durdu. Bugün, yapmamız gereken, bu elim kaybın bizi içine düşürdüğü ıstıraplı şaşkınlıktan sıyrılmaya, güzel ve sancı ne varsa eserine koymuş bu ustayı anlamaya, tanımaya çalışmaktır.

Aslında Tank Buğra’yı eserini okuyarak tanımak iyi bir okuyucu için büyük bir hazdır; çünkü onu okuyunca hayat tecrübemiz ve düşünce gücümüz artar, zevkimizin muhtevası zenginleşir ve anlayışımız derinleşir. Ama onu anlamak çok sabırlı ve sürekli bir tanışıklık ister.

Tarık Buğra, daha ilk cümlede anlaşılmadık yanı kalmayan yazarlardan değildir; o, okuyucusunun düşüncesini aşar, sürekli okuyucusu olmayanların onu anlamakta zorlanmadan, hatta hiç anlamamaları bundandır.

OKUYUCUSUNU SEÇEN YAZAR

“Kitabın mutluluğu okuyucusunu bulunca başlar. Yazarınki ise çok daha ötelerdedir: Seçtiğini arar o. Tıpkı uzayda, sınırsız boşlukla" diyen Tarık Buğra, okuyucusunu seçen yazarlardandır; onun için okuyucusunun sayısından çok niteliği önemlidir.

Yazdıklarından zevk almasını bilenler, onun kendilerine bambaşka bir şey verdiğini sezenlerdir. Eserin kendini derhal ele vermesini isteyen zevksiz ve sabırsız kimseler ondan hiçbir tat alamaz; çünkü insanın kendi düşüncesinden çok farklı olan bir düşünceyi anlaması çaba ister, beyin gücü ister.

İşte Tarık Buğra, bu emeği hak eden bir yazardır. İnsan onu okumanın asla boşa gitmediğini, bu güçlü zekânın ürünlerini okuduktan sonra düşünmenin derin ve besleyici lezzetiyle dolduğunu hisseder.

SANAT BÜTÜN AŞKIYDI

O, daha onyedi yaşındayken kabiliyetinin sırrını keşfetmiş ve bütün hayatı boyunca çağrıldığı yolda yürümüştür. Yokluklara, anlayışsızlıklara, sevgisizliklere göğüs germiş, hayatını, yeniyetmeliğinde kurduğu rüyayı -eserini- gerçekleştirmeye adamıştır.

Auguste Barbie’nin Michelangelo için söylediği sözü. Tank Buğra için de söylemek mümkündür; “Sanat bütün aşkıydı, bütün hayatını aldı.” Gerçekle yetinmeyen, gerçeği tamamlamak gerektiğini kavrayan bu has sanatçı, çekildiği mahfelinde hayale ve eserin muhtaç olduğu özveriye ve emeğe elverişli mütevazı bir hayat yaşadı.

Muhasebesi yapılmış bu istiğnayı şu cümlelerle hükme bağladığını görüyoruz:

“İsteyen dudak büksün; çok şey başardım, en kötü şartlarda başardım; istediğim çok şeye ulaştım. Para?

Şöhret?

İstemedim ki bunları.

Ben bu arada -sadece- küçük adamların gururu ile başa çıkamadım. En yakınlarımda, sevdiklerimde -o bir yana- beni sevenlerde bile. Sonra sonra yani bunca hikayeden sonra kesin olarak anladım ki o gurur idraksizlikten, kavrayamayıştan başka bir şey değildir. Hem psikolojinin, hasetlerin, muhasebesi yapılmamış hırsların ve kuruntuların önlenemez sonucudur.”

30 yıl sonra eşinin özel notlarıyla Tarık Buğra: Sanat bütün aşkıydı, bütün hayatını aldı! - 1. Resim

Tarık Buğra Trt Osmancık dizi setinde,Yönetmen Yücel Çakmaklı ve Ahmet Mekin'le birlikte 

YANILGILAR… YANILGILAR…

Düşündüğünü söylemek ve inandığını yazmak Tarık Buğra’nın hiç vazgeçmediği bir ilkeydi. Bu ilkeye bağlılığın kendisine kaybettirdiklerinden asla pişmanlık duymadan defterine şunları yazıyordu:

“Arada bir düşünürüm; çok mu enayiyim ben diye: Öyle ya; sırasına göre bu, sırasına göre o kesimin sırtını sıvazla, yanılgılarında, haksızlıklarında arka çık ve sen de alkışlan; çıkar değilse bile, sempatiler kazan, okuyucu kazan-madem yazarsın!

Ama düşünce bir motordur, çalıştırdın mı durmaz. Benimki de öyle: Düşünmeye devam eder ve bu kesim yanılır, ama herkes değil, derim. Ben yanılmıyorsam, doğru düşünen ben isem, bu kesim yuhalar, ama doğru diyenler de çıkar. O zaman da, ‘Yok yahu, ben o kadar enayi değilim’ derim. Ve, inanırım ki bütün mesele haklı olmak çabası, yanılmayı, herkes gibi göze almak, o hak ve özgürlüğü kullanabilmektir.”

SINAVA ÇIKAN ELEŞTİRİ

Bu, sessizce kendi yüreğine kapanmış insan düşüncesini hükmü altına alarak başkalarını bu düşünceye saygı göstermeye mecbur ettiği için, ondan nefret ettiler, ona düşman kesildiler. Eleştirinin bu sefaletine karşılık o, şunları söylüyordu:

“Bir şey yaparsınız; ortaya bir eser korsunuz, böylece de eleştirilere davetiye çıkarmış olursunuz. Bu ilişkiye daima bu açıdan bakıldı ve eser sınava çıkıyor sanıldı. Oysa bir ikinci açı daha vardır ve -ülke sanatı için- bu daha önemlidir; ben hep bunu savundum ve, ‘En sağlam hükmü verenler alır’ dedim; yani sınava çıkanın ‘eleştiri’ olduğunu söyledim.

Eser ya başarılıdır, ya değildir. Doğru hüküm için mesele yok; ama başarılıya başarısız, başarısıza başarılı hükmünü veren eleştiri, gün içinde -belki- bir şeyler kazandırabilir veya kaybettirebilir; ama kesin kayıp - kötü not- sadece onun olur; üstelik onursuzluk da sadece onun olur.”

Kendi zenginliğine inanmış bu sanatçının tek bir endişesi vardı; yapabileceğini iyi yapmak ve mümkün olduğunca insani olmak, daha açıkçası alelade olmak! Hal böyle iken, onun, bir fikri yükseltmek için kendilerine veren o büyük insanlar zincirinin bir halkası olduğunu göremeyenler, onu yıkmaya, yok etmeye çalıştılar.

30 yıl sonra eşinin özel notlarıyla Tarık Buğra: Sanat bütün aşkıydı, bütün hayatını aldı! - 2. Resim

HERKESE ÖNEM VERİYOR

Ama bu düşmanlıklar, “Ben engelli koşuyu seven bir atım” diyen Tarık Buğra’yı kuvvetlendirdi. Onda olağanüstü bir coşkunluk ve çekicilik, bir kendine bağlama yeteneği vardı; belki de, ‘çok öfkeli’ sanılması bundandır. Eğer doğruluktan daha az hoşlanıp hak konusunda daha az titizlik gösterse, zaafa karşı daha az merhamet ya da huşûnet duysaydı kimseyi rahatsız etmeyeceğini biliyor ve:

“İnsana, sevdiğime ve -genel olarak- herkese önem veriyorum, önemsemeden, ciddiye almadan yapamıyorum, öfkemin kaynağı bu. Ve bu deli iyi niyet -hatta iyilik anlaşılamayacak elbette, anlaşılmaması ve bir mizaç unsuru olarak kalması gerek. Mizaç diyebildiğim için, beni ben yaptığı için onu ne enayilik sayabiliyor, ne de düzeltmeye çabalıyorum. Kalsın öyle” dedikten sonra ekliyordu:

“Öfkem beni çirkinleştirmemeli, hele hele katiyen küçültmemeli. Bu endişeyi bütün duygular için taşırım; sevgi, dostluk, taraftarlık ve bunların zıtları için, hepsi için.

Çünkü -Allah’ın bana en büyük lütfu- en güzel, en büyültücü duygu ve düşüncelerde çirkinleşen, küçülen yazar ve çizerler olabileceğini daha okul sıralarında iken gördüm.”

HAYATIN KENDİSİNİ VERDİ

Bu, sezgileri ve öngörüsü kuvvetli, güzel -kelimenin her anlamında güzel- insanı hiç kimse yavan söz söylemekle itham edemez.

O, yaşadığı hayatın çeşitli safhalarını pek çok kişiden daha dolu ve daha bilinçli yaşamış, yaşadığı zamanın tarihi ile kandı tarihini aynileştirmiş, eserlerini okumadan yaşadığımız çağı anlayamayacağımız bir yazardır.

Onun bize verdiği şey hayatın kendisidir. Her çağ, onu -belki- farklı anlayacak ve değerlendirecek, ama o her çağda kendi zamanının anlaşılmasına hizmet ederek önemini sürdürecektir.”

(Türkiye Gazetesi, 26 Şubat 1996)

30 yıl sonra eşinin özel notlarıyla Tarık Buğra: Sanat bütün aşkıydı, bütün hayatını aldı! - 3. Resim

HATİCE BİLEN BUĞRA 

Adapazarı’nda doğan Hatice Bilen Buğra, ilk, orta ve lise öğrenimini Adapazarı’nda tamamladı. 1976’da İstanbul Üniversitesi Türkçe Bölümü’nü bitirdi.

Siirt ve İstanbul’da öğretmenlik yapan Bilen, 1992’de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisansını, İTÜ Mimarlık Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü’nde tamamladı.

Ünlü yazar Tarık Buğra ile 1977'de evlenip Buğra soy ismini aldı. Hikaye ve roman türünde eserler kaleme alan Hatice Bilen Buğra 1992'de Türkiye Yazarlar Birliği 'Yılın Hikayecisi Ödülü'nü aldı.

Eşinin özel arşivinden edindiği bilgileri de "Tarık Buğra'dan Notlar"  adıyla 1996 yılında kitaplaştırdı.

Düzenleyen:  - Kültür - Sanat
Kaynak: Türkiye Gazetesi
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Sonraki Haber Yükleniyor...