Ah güzel İstanbul senden bir Ayla Algan geçti

Düzenleyen: / Kaynak: Türkiye Gazetesi
- Güncelleme:
Ah güzel İstanbul senden bir Ayla Algan geçti

Kültür - Sanat Haberleri  / Türkiye Gazetesi

Vefat haberiyle gündem olan Ayla Algan, Türk tiyatrosunun duayen isimlerindendi. 86 yıllık ömrü boyunca pek çok kırılma noktasından geçen Ayla Algan’ın hayatına gelin detaylıca bakalım.

Evlenmeden önce Kasman ailesinin tek çocuğu olarak 1937'nin İstanbul'unda dünyaya geldi. Fransız dadısı Madam Veldont tarafından yetiştirildi. Babası Vedat Bey henüz 18 yaşındayken mübadeleyle Girit'ten İstanbul’a gelmiştir. Önce telgrafhanede memurluk yapar. Sonra bu işin kendine göre olmadığına karar verip Perşembe Pazarı'nda ticaret yapmaya başlar. Annesi Nevzat Hanım ile babası Vedat Bey birbirleriyle yakın akrabadır.

YALNIZ GEÇEN ÇOCUKLUK

Ayla, ailenin tek çocuğu olmanın hem ayrıcalığını yaşamış hem de yetişkinlik çağına kadar içinden atamadığı yalnızlık duygusunu tatmıştır. Kendi ifadesiyle anne-babası çalışıyor olması yalnız hissetmesine sebebiyet vermiştir. Bu konuda şunları söyler “…çalışan ebeveynlerin tek çocuğuydum, çoğunlukla da yalnızdım. Çok iyi imkanlara sahiptim, mesela piyano çalar, dans ederdim ancak bunları yaparken de yalnızdım.” Ancak bu yalnızlık onu tiyatroya yönlendirir.

YABANCI DİLLERLE TANIŞMA

Kırklı yılların başında ilkokul çağına gelen Ayla, 1. ve 2. sınıfı Büyükada'da okur. Büyükada yıllarında azınlıklarla iç içe yaşaması ona çok dilli ve çok kültürlü bir cemiyet hayatını göstermiştir. Ailesi daha sonra kızlarını Sıraselviler'de bulunan Yeni Kolej'e kaydeder. Ardından dadısı Madam Veldont'un öğrettiği Fransızca ile Notre Dame de Sion'a başlar. Buradaki eğitimle henüz on iki, on üç yaşlarında dil bilgisini epey ilerletmiştir. Fransızca üzerine yoğunlaşan eğitim serüvenine Fransa' da devam edecektir. Liseyi Versay’da okur.

GENÇ YAŞTA EVLİLİK

Ayla Kasman liseden sonra 19 yaşında yurda dönmüş ve Büyükada'da vakit geçirmeye başlamıştır. Burada Beklan Algan ile tanışmaları çok uzun sürmez. 1956 yılının başında tanışan Ayla ve Beklan, birbirlerini henüz 5-6 aydır tanıyorken evlenmeye karar verirler ve Ayla 19, Beklan 23 yaşında nikah masasına otururlar.

Evlendikten hemen sonra Beklan Algan babasının arzusu üzerine madencilik eğitimi için Amerika'nın yolunu tutarlar. Bu onları hayatlarının kırılma noktalarından biridir.

“AĞAÇ OLMAMIZ İSTENDİ”

1959'da çift olarak sınava katılarak New York Actors' Repertory Theatre ve New York Actor Studio'da sahne eğitimi almaya başlarlar. Ayla Algan yılları şöyle anlatır; “'Sezgilerinize zaman verin' ...Actors Stüdyo'ya alınmamız için bizden elma ağacı olmamız istendi. Hissetmeyi öğrenmek ve göstermeye çalışmak sanat için çok önemli."  

Algan çifti bu okulda tiyatro ve sinema oyunculuğu üzerine eğitim alır, diksiyon, beden, doğaçlama, metot öğrenir. İlk sahne tecrübelerini de burada yaşarlar. Algan çifti 1960'da Muhsin Ertuğrul'un daveti üzerine Türkiye'ye döner. Çiftin tiyatro geçmişini oluşturan ABD tecrübesi, Muhsin Ertuğrul sayesinde buraya taşınmıştır.

Ah güzel İstanbul senden bir Ayla Algan geçti

“PROVASINI OYUNDAN DAHA ÇOK SEVERİM”

Ayla ve Beklan Algan büyük hedeflerle İstanbul'a dönmüş ve 1961 yılında İstanbul Şehir Tiyatrosu kadrosuna girmiştir. Muhsin Ertuğrul'dan aldıkları cesaretle alternatif tiyatro yaklaşımlarını denemeye çalışacaklardır ancak yeni teknikler, kadim oyuncular üzerinde “yeni yetme sanatçıların denemeleri” gibi telakki edilmektedir.

“Ontik oyunculuk” olarak adlandırılan bu oyunculuk çalışmalarının klasik oyuncular üzerinde uygulanamayacağını anlarlar. Algan 1966 yılında Muhsin Ertuğrul'un Şehir Tiyatroları'ndaki görevinden istifa eder. Aynı yıl Türkiye'nin ilk özel tiyatro okulunun açılmasında Beklan Algan ve Haldun Taner ile birlikte yer alır. Language and Culture Center (LCC) adlı bu okulda 3 yıl eğitim verir.

Eğitim gören öğrenciler ile birlikte sahneledikleri oyunlar ses getirir. Haldun Taner'in yazdığı, Münir Özkul'un oyunculuğu ile hatırlarda yer eden Sersem Kocanın Kurnaz Karısı adlı oyun bunlardan biridir.

Tiyatroyu bir araştırma sahası olarak gören Ayla Algan bir röportajında "Ben oyun provasını oyun oynamaktan daha çok severim" diyerek bu işin öğrenciliğinin hiç bitmediğini dile getirir.

2012’deki röportajında o yılları “Menderes zamanı, kızı, damadı biz hep solcuyduk. Anadolu tribünündeyiz. Hepimiz de bir yerlerde okumuşuz. Amerika’dan gelen bir petrol mühendisi çocuk, bize, 'Siz komünistmişsiniz öyle mi?' dedi. Biz de, 'Evet, öyle. Sen de olur musun' dedik.” sözleriyle ifade eder.

AH GÜZEL İSTANBUL

Sinema ve dizilerde de roller alan Ayla Algan Amerika'dayken film teklifleri almıştır. Bu teklifleri çeşitli sebeplerden kabul etmez. Bunlardan biri de Fransız aktör Jean Paul Belmondo ile oynaması teklif edilen filmdir. Türkiye'nin kötü gösterildiği bir projedir. Algan milliyetçi duygularla ret kararı verir ve bir röportajında "ülkemi karalayan o filmde oynayamazdım" der.

İlk adımını Karanlıkta Uyananlar adlı sendika filmiyle yapmıştır. Ancak onun adını duyuran ilk başrolünü Sadri Alışık ile oynadığı Ah Güzel İstanbul filmidir. Atıf Yılmaz'ın yönettiği bu meşhur film, İstanbul’un etraflıca işlendiği ilk filmdir. Dönemi gösteren bir dökümanter niteliğindedir.

Ah güzel İstanbul senden bir Ayla Algan geçti

Filmde Sadri Alışık, Haşmet İbriktaroğlu adlı karakteriyle hem klasik kültüre hakim hem de bohem bir hayat yaşayan, dedelerinden kalan mirası tüketmiş seyyar bir fotoğrafçıdır. Ayla Algan ise İzmir’den artist olmak için İstanbul’a kaçmış bir genç kızdır. Saf, hayalperest, özenti bir karakterdir. Filmde artistik fotoğraf çektirmek için Haşmet’in yanına gelir, başını açarak fotoğraf çektirir. Burada tanışmalarının Haşmet, Ayşe’nin kandırılacağını anlar. Nitekim umumhane olarak kullanılan “Medeniyet Pansiyonu”ndan onu kurtarır. Hikaye böylece başlar. Film edebiyatçılarımızın işlediği Batı özentiliği meselesini dolaylı değil, doğrudan işlemektedir.

Algan’ı bu eski yapımların dışında 2015-2016 sezonunda Kurtlar Vadisi Pusu’da "Anadolu Selçuklu" karakteriyle gördük.

KIRILMA NOKTASI; YUNUS EMRE

1970’lere gelindiğinde Ayla Algan’ın yurtdışı turneleri başlar. 1971’de resmi adı L'Olympia Bruno Coquatrix olan ama Olympia olarak bilinen Paris'in kadim müzik salonunda sahne alan ilk Türk sanatçı olur. 1972- 79 yılları arasında Paris 'te yaşayan Algan, bu dönemde müzikle daha da yakından ilgilenir. Bu esnada ona derinden tesir eden bir gelişme olur.

1972’de kendisi de Paris'te yaşayan Turizm Bakanlığı Müsteşarı Mukadder Sezgin Bey, Yunus Emre'nin 650. doğum günü dolayısıyla onu yurtdışına tanıtmak istiyordur. Bunun için Ayla Algan'dan İngilizce, Almanca ve Fransızca “longplay” plak kayıtları yapmasını ister. Yunus Emre'nin şiirlerinden oluşan bu plaklar çok ilgi görür.

Ah güzel İstanbul senden bir Ayla Algan geçti

Ayla Algan, Yunus Emre'yi Orta Asya'ya, Amerika'ya, Avrupa ve Afrika'ya tanıtan konserler verir. Fransa televizyonlarında Yunus Emre konuşulur olur. Algan bu süreç ile ilgili "Tüm yabancı devlet başkanlarından davet aldım, dünyanın her tarafında Yunus Emre'yi ve felsefeyi tanıttım" der.

1975’de doğan kızına “Ben gelmedim dava için, benim işim sevi için/Dost'un evi gönüllerdir, gönüller yapmağa geldim” şiirinde geçen Sevi ismini verir.

1980 yılında ilkin Beklan Algan Berlin'e gider tiyatro araştırmaları yapar. Oluşturduğu topluluk Ayla Algan da katılır. Burada Türk işçiler için Türkçe oyunlar sahnelerler. Kızları Sevi Algan "Annemi ve babamı tanıdığımdan beri anladım ki onlar yürüyen birer okul!" der.

"BATI EFSANESİ BİTTİ"

Türkiye’nin ilk yüzyılını tiyatro, sinema, müzik başta olmak üzere sanat çalışmalarıyla geçiren Ayla Algan, 2012’de Karabatak dergisine verdiği samimi cevaplar dikkat çekicidir.

"Türkiye'den uzakta kaldığınız süre, sizde nasıl bir farkındalık oluşturdu?” sualine "Biz öyle bir devrede yaşadık ki, vatanperverdik. Şimdi vatanperverlik sadece toprakla olmuyor, kültürünle oluyor, kimliğini koymakla oluyor. Belki orası bile bize iyi geldi, ters ayna gibi… Siz bilmiyormuşsunuz, biz biliyormuşuz türünden ön yargılar yaşadık” der.

 “Bugün kendinizi Doğu'ya mı, Batı'ya mı daha yakın hissediyorsunuz?” sualini de "Batı tükendi…Ben ne yapayım ki… Batı felsefeleri de tükendi. Yani psikolojik, patalojik hastalık olmaya başladı. Baudrillard'da psikiyatrlar bile hastalıklı. Çocuğu anneye babaya benzetmek için çalışıyor. Ne fena değil mi?" diyerek cevaplamıştır.

Düzenleyen:  - Kültür - Sanat
Kaynak: Türkiye Gazetesi
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Sonraki Haber Yükleniyor...