Hayatını kaleme alan Şehzade Osman Selahaddin Efendi: Saraylara bakınca hüzünlenmiyor şükrediyorum!

Osmanlı saraylarını gören bir evde yaşayan Sultan V. Murad’ın torunu Şehzade Osman Selahaddin Efendi, “Hiçbir zaman bir Osmanlı sarayının bana ait olduğunu düşünmedim” diyor ve sözlerine şöyle devam ediyor: “Saray, Osmanlı Devleti’nindi. Pencereden saraylara baktığımda kendimi hüzünlü hissetmiyorum, bu yaşa geldiğim için şükrediyorum.”
MURAT ÖZTEKİN - Şehzade Osman Selahaddin Osmanoğlu, Osmanlı hanedanının en yaşlılarından biri… Sultan V. Murad’ın soyundan gelen Ali Vasıb Efendi ile Sultan Reşad’ın torunu Mukbile Sultan’ın oğlu olan Selahaddin Efendi, sürgünden sonra 1940’ta Mısır’da doğup üniversite okumak için gittiği İngiltere’de 35 sene finans sektöründe çalıştı. Ancak hep çocukluğunda kendisine anlatılan hatıraların merkezi olan İstanbul’da yaşamanın hayaliyle büyüdü. Şimdilerde Dolmabahçe, Çırağan ve Beylerbeyi gibi Osmanlı saraylarını gören bir evde yaşıyor. Osman Selahaddin Efendi’nin hanesinde Sultan V. Murad ve Sultan Abdülhamid’den yadigâr eserler yer alıyor.
Bu evde tıpkı babasının yaptığı gibi hatıralarını kaleme alan Şehzade, “Sürgünden Anavatana” (Timaş Yayınları) adıyla okurla buluşturdu. Biz de bu vesileyle Osman Selahaddin Efendi’yle evinde bir araya geldik, hatıraları dinledik…
BABAMIN SERÜVENİNİN TAM TERSİNİ YAŞADIM
Mısır’dan İngiltere’ye, oradan anavatanınız olan Türkiye’ye uzanan bir serüveniniz var. Hayat hikâyenize baktığımda diğer Osmanlı hanedan mensuplarından farklı olduğunuzu görüyorum. Kendinizi şanslı hissediyor musunuz?
Babam Ali Vasıb Efendi, Çırağan Sarayı’nda doğdu, İstanbul’da büyüdü, Harbiye’den mezun olur olmaz 1924’te bütün hanedan mensupları gibi sürgüne gönderildi. Hayatının ikinci bölümü Avrupa’da, son kısmı ise Mısır’da geçti ve orada vefat etti. Bense onun serüveninin tam tersini yaşadım; Mısır’da doğdum, Avrupa’da yaşadım ama sonunda İstanbul’a döndüm. Elbette babamdan ve diğer hanedan mensuplarından daha şanslıyım. Onlar sürgünde çok zorluklar çektiler. Benim hayatım ise nispeten rahattı.
Sizi böyle düşünmeye iten şeyler neler?
Mısır’da hayata gözlerimi açtığım yıllarda kraliyet mevcuttu. Kraliyet ailesinin ise bize çok büyük saygısı vardı. Babama İskenderiye’deki bir sarayda müdürlük görevi verdiler. Saraydan çok uzaklaşmadık yani… Ben de bu esnada Victoria College adlı okula gittim. Yedi yaşında girdiğim okuldan 18 yaşında çıktım.
O kolejde günleriniz nasıl geçti, nasıl bir eğitim sistemi vardı?
İskenderiye, o zaman farklı milletlerin yaşadığı bir şehirdi. Aynı zamanda Mısır sabık imparatorlara ev sahipliği yapıyordu. O okulda da meşhur insanlar, prensler okuyordu. Bir derste sağdan sola Arapça ile yazar, diğer derste soldan sağa Latin harflerini kullanırdık. Dâhi kişiler değildik ama iki alfabeyi de biliyorduk. Müslüman olmayan çocuklar da Arapça yazmayı iyi bilirdi. Ne yazık ki burada çocuklar öyle eğitilmiyorlar.
OSMANLI KİMLİĞİM NATÜREL
Mısır’da bulunmanıza rağmen farklı bir hayat tarzında yaşamışsınız. Bir Osmanlı prensi olduğunuzun hep farkında mıydınız?
Elbette. Mısır’da bir cemiyete gittiğimizde babama “efendina” (efendimiz), bana da “efendina sagir” (küçük efendi) diye hitap ederlerdi.
Osmanlı kimliğim natüreldir. Evde hep Türkçe konuşurduk. Her yaz tatilinde Lübnan’a giderdik. Babam, orada her gün en az bir saat din dersi, bir saat de Osmanlı tarihi dersi verirdi.
Trajik yanları olan ama maceralı bir hayat yaşamışsınız. Sizce bu hayatın en renkli devresi hangisiydi?
Kötü tarafları olmasına rağmen Mısır’daki hayatımı çok sevmiştim. Ancak sonunda okumak için 18 yaşında İngiltere’ye gitmek zorunda kaldım. Kimya mühendisi olmak için oraya gitmiştim ama fikrimi değiştirip mali müşavir olmak için okudum. İngiltere’de bir şehirde değil, 60 seneden fazla kasabada yaşadım. Orada yaptığım ilk evlilik ise otuz sene sürdü.
“Sürgünden Anavatana” adlı hatıratınızı çocuklarınız için yazdığınızı söylüyorsunuz. Onlara böylece “Osmanlı kimliğinizi unutmayın” mı demek istiyorsunuz?
Çocuklarım unutmazlar, iyi biliyorlar. Ancak belki detaylara hâkim değiller. Dolayısıyla kâğıt üstünde bir şeyler kalması iyi.
BİZDEKİ SÜRGÜNÜN BENZERİ YOK
Günümüzde farklı ülkelerde birçok hanedan mensubu yaşıyor. Osmanlı hanedanının genel durumunu nasıl görüyorsunuz?
1924’te 155 kişi sürgüne gönderildi. Şehzadeleri anlarım da damatlar ve kadınlar bile sürüldü. Bu daha evvel hiçbir ülkede görülmemiş bir şeydi. Hanedan sürgünün üzerinden yüz sene geçti; bu dört nesil demek. Son neslin sürgüne gidenler gibi olması elbette mümkün değil.
HER GÜZEL ŞEYİN BİR SONU VARDIR
Osmanlı hanedanının en yaşlı mensuplarından biri olarak bir zamanlar dedelerinizin kaldığı Çırağan, Dolmabahçe ve Beylerbeyi Sarayı’nı gören, apartman dairesinde oturuyorsunuz. Bu nasıl bir his?
Evvela şunu söyleyeyim: Hiçbir zaman bir Osmanlı sarayının bana ait olduğunu düşünmedim. Saray, Osmanlı Devleti’nindi. Evet, büyükbabam ve babam Çırağan’da yaşadı, annem ise Dolmabahçe’de büyüdü. Bütün bu hatıralar, burada yaşamamın sebeplerinden biri. Burada memnunum. Pencereden saraylara baktığımda kendimi hüzünlü hissetmiyorum, bu yaşa geldiğim için “Elhamdülillah” diyorum, Cenabı Allah’a şükrediyorum. İngilizler “All good things come to an end” derler. Yani her güzel şeyin bir sonu var. Roma İmparatorluğu da sona erdi.
Türkiye’de günümüzde İngiltere gibi ülkelerin tam tersine Osmanlı hanedanı hep menfi habere konu oluyor. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Demek ki Türk medyası, dünyayı tanıyarak haber yapmıyor. Bugün dünyada 25 şehzade var ve çoğu yurt dışında.
Politikadan hep uzak durdunuz. Bu çok dikkat çekici...
Hanedan mensuplarının aktüel politikaya dair görüş beyan etmesini doğru bulmuyorum. Avrupa’daki hanedan mensupları hep böyledir.
EĞİTİM SİSTEMİNİ BEĞENMİYORUM
Peki Türkiye’yi ve Türkiye’de yaşayan insanları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Evvela Türk eğitim sistemini hiç beğenmiyorum. Tepeden inmeci. Böylece herkes aynı yolda gidiyor. Türkiye’de sıradan bir çocuk tarihini okuyamıyor. Geçmişini okumak o kadar mühim ki… Ancak Türk insanı, Avrupalılardan daha temiz ruhlu. Şimdi Türkiye’deki gençlerin başka ülkelerde yaşamak istediklerini görüyor ve üzülüyorum.