İmam-ı Rabbânî hazretlerinin şehri! İslam dünyasının manevi merkezi: Serhend

Nakşibendî tarikatının en büyük âlim ve müceddidlerinden İmam-ı Rabbânî hazretlerinin doğup yaşadığı ve insanlara rehberlik yaptığı Serhend, 400 yıldır dünyanın dört bir yanından gelen ziyaretçileri ağırlıyor.
SAİT EKEN - Hindistan’ın kuzeyinde, Pencap bölgesinde yer alan Serhend-i Şerif, tarih boyunca nice medeniyetlere ev sahipliği yapmış, ticaret yollarının kesiştiği, İslam dininin en önemli merkezlerinden biri olmuştur. Bugün de Müslümanlar tarafından “Serhend-i Şerif” adıyla anılan bu şehir, özellikle Nakşibendî tarikatının en büyük âlimlerinden ve müceddidlerinden biri olan İmam-ı Rabbânî Ahmed Fârûkî Serhendî hazretlerinin doğup yaşadığı yer olarak büyük önem arz etmektedir. Bugün Serhend-i Şerif, yalnızca bir şehir değil, İslam dünyasında bir maneviyat merkezi olarak kabul edilmektedir.
Diğer taraftan İmam-ı Rabbânî hazretlerinin Ehl-i Sünnet itikadının ehemmiyetini anlatan “Mektubat-ı Şerif” kitabı, Müslümanlar için hâlâ sağlam bir rehber ve tasavvuf yolunda ilerlemek isteyenler için hakiki bir kaynak, yol gösterici olarak ışık tutmaya devam etmektedir. İmam-ı Rabbânî hazretlerinin türbesi, dünyanın dört bir yanından gelen ziyaretçiler tarafından hürmetle ziyaret edilip, feyiz ve bereketinden istifade edilmektedir.
İmam-ı Rabbânî Ahmed Fârûkî Serhendî hazretleri, kendisine “Müceddid-i Elf-i Sânî” yani “Hicrî ikinci bin yılın yenileyicisi” ünvanı verilen Hindistan’da yetişen meşhur İslam âlimi ve büyük veli, ariflerin ışığı, velilerin önderi, İslam’ın bekçisi, Müslümanların baş tacı, müceddit, müçtehit ve İslam âlimlerinin göz bebeğidir. İnsanların itikat, ibadet ve ahlâk hususunda doğruyu öğrenmelerini, öğrendikleri bu bilgiler ile amel etmelerini sağlayan, insanları Allahü tealanın rızasına kavuşturmak için rehberlik eden ve kendilerine “Silsile-i aliyye” denilen İslam âlimlerinin yirmi üçüncüsüdür.
26 Mayıs 1563 senesinde Hindistan’ın Serhend (Sihrind) şehrinde doğdu. 10 Aralık 1624’te Serhend’de 63 yaşında iken vefat etti. İmam-ı Rabbânî hazretleri, Hazreti Ebu Bekir’den “radıyallahü anh” sonra insanların en üstünü olan Hazreti Ömer’in soyundan olup yirmi dokuzuncu torunudur. Hadis-i şerifte; “Ümmetimin âlimleri, İsrailoğullarının Peygamberleri gibidir.” buyurularak bildirilen, ilmini nübüvvet kaynağından alan ve “Ulema-i rasihîn” denilen âlimlerin en meşhurlarındandır.
'DÜNYAYI NURLA DOLDURACAK'
Hace Muhammed Bakî-billah hazretleri, zamanının âlimlerinin büyüklerinden bazı ahbabına yazdığı mektuplardan birisinde, İmam-ı Rabbânî hazretlerinden bahsederek buyurdu ki: “Serhend şehrinden bir genç geldi, ilmi pek çok. Her hareketi ilmine uygun. Birkaç gün bu fakirin yanında bulundu. Onda çok şeyler gördüm. Dünyayı nurla dolduracak bir güneş olacağını anlıyorum. Akrabası ve kardeşlerinin hepsi de pırlanta gibi, kıymetli ve âlim yiğitler! Onların da az zamanda, ne cevherler olduklarını anladım. Hele Ahmed’in oğulları da var ki her biri, Allahü tealanın birer hazinesidir.”
Hocası onun için şöyle buyurdu: “Kalblere deva, ruhlara şifa olan bu tohumu, Semerkand ve Buhara’dan getirip Hindistan’ın bereketli toprağına ektim. Taliplerin yetişip kemale gelmesi için uğraştım. O (İmam-ı Rabbânî hazretleri), her dereceyi aşıp üstünlüklerin sonuna varınca kendimi aradan çekip talebeyi ona bıraktım.” Hocasından başka o zamanın büyük âlimlerinin birçoğu da onu methetmişlerdir. Hepsi, onun marifet ışığı etrafında, pervane gibi toplanmışlardır.
Müslümanların zayıf düştüğü, küfrün, sapıklığın, zulmetin, felsefecilerin ve sapık kimselerin her tarafı kapladığı bir zamanda, binlerce kâfir, İmam-ı Rabbânî hazretlerinin elinde Müslüman oldu. Çok sayıda fasık ve facir onun güzel hâllerini görüp, sohbetini işitip tövbe ederek salih Müslüman oldu. Uzaktan yakından çok kimseler, rüyada ve uyanık iken onu görerek yanına koşup, huzuruna geldiklerinde gördüklerini aynen bulmuşlardı. Âlim, salih, genç, ihtiyar binlerce kimse onu görüp sohbetinde bulununca feyiz alarak kalbleri zikreder olmuştu.
İmam-ı Rabbânî hazretleri, kitaplarında, mektuplarında, sohbetlerinde ve günlük hayatında, bütün bidatlerle şiddetle mücadele etmiş, bunları bir bir ayıklayarak, unutulmuş olan nice sünnetleri, hatta farzları yeniden meydana çıkarmıştır. Bidatlerin en çirkininin itikatta ortaya çıkanlar olduğunu bildirerek, bunlarla ve ibadetlere sokulmak istenen bidatlerle ilim, amel ve marifet ile mücadele etmiş, her sözü ve işinin sünnete uygun olmasına pek çok titizlik göstermiştir.
İmam-ı Rabbânî hazretleri buyurdular ki: “Tarikat, zikir ile Allahü tealaya kavuşma yoludur. Zikir, Allahü tealayı hatırlamak demektir. Her sözünde ve her işinde O’nun emirlerine ve yasaklarına sarılmaktır. Yaklaşık olarak, son yüz seneden beri tarikat diyerek birçok şeyler uyduruldu. Hakiki İslam âlimlerinin, Eshab-ı Kiram’ın, Peygamber Efendimizden (sallallahü teala aleyhi ve sellem) alıp bildirdikleri doğru yol unutuldu. Dinde cahil olanlar, hatta İslamiyet’in emirlerine açıkça uymayanlar, şeyh ve tarikatçı ünvanı alarak, zikir ve ibadet adı altında, dinimizin yasak ettiği birçok günah ve bidatleri işlediler.”
OĞULLARI VE MİRASI
İmam-ı Rabbânî hazretlerinin vefatından sonra, onun ilim ve irfan mirasını mübarek oğulları ve torunları devam ettirdi.
MUHAMMED SADIK HAZRETLERİ
İslam’ın bekçisi ve Müslümanların baş tacı olan İmam-ı Rabbânî hazretlerinin birinci oğludur. 1591’de Serhend’de doğdu. 1616’da taun hastalığından Serhend’de vefat etti. Kabri, İmam-ı Rabbânî hazretlerinin yanındadır. Çocukluğunda talim ve terbiyesi ile yüksek dedesi Abdülehad hazretleri meşgul oldu. Çok akıllı olup nur ve zekâ alametleri yüzünden belli idi. Babası İmam-ı Rabbânî hazretleri, “Babam bana; sizin bu oğlunuz bana eşyanın hakikatinden ve keyfi yetinden garip sualler soruyor. Çok zor cevap verebiliyorum” der idi.
MUHAMMED SA'İD HAZRETLERİ
İmam-ı Rabbânî hazretlerinin ikinci oğludur. Babası gibi büyük âlim ve veli idi. 1596 senesinin şaban ayında doğdu. Ahlâkının güzelliği, faziletlerinin çokluğu, güler yüzü, yumuşak sözü, işlerinin hâlis olması ile ziynetlenmişti. Tahsilini genç yaşında bitirdi. Fen ve din ilimlerinde mütehassıs oldu. Babasının gayretli çalışmaları, yardımları sayesinde büyüklerin sevgisine ve yüksek hâllere kavuştu. Birçok kıymetli kitaplara ta’likler ve haşiyeler yaptı. Mişkatü’l-Mesabih’e ta’likleri çok kıymetlidir. 1660 senesinde Serhend’de vefat eden bu zatın kabri, babası İmam-ı Rabbânî hazretlerinin yanındadır.
MUHAMMED MA'SUM FARUKÎ HAZRETLERİ
İmam-ı Rabbânî hazretlerinin üçüncü oğludur. “Silsile-i aliyye” denilen büyük âlim ve velilerin yirmidördüncüsüdür. Lakabı Mecdüddin olup “Urvetü’l-vüska” ismiyle meşhurdur. Urvetü’l-vüska; sağlam ip, kendisine uyulan büyük âlim demektir. 1599’da Serhend’e iki mil uzakta bulunan Mülk-i Haydar’da doğdu. 1668’de Serhend’de vefat etti. Türbesi, mübarek babası İmam-ı Rabbânî hazretlerinin türbesinin birkaç yüz metre kuzeyindedir. İlminin çoğunu babasının huzurunda öğrendi. Bu tahsili sırasında İmam-ı Rabbânî hazretleri bir mektubunda onun hakkında şöyle yazmıştır: “Bugünlerde oğlum Muhammed Ma’sum, Şerh-i Mevakıf’ı bitirdi. Bu arada Yunan felsefecilerinin kusur ve hatalarını iyi anladı. Çok faydalara kavuştu.”
SEYFEDDÎ FARUKÎ HAZRETLERİ
“Silsile-i aliyye” denilen İslam âlimlerinin yirmibeşincisidir. İmam-ı Rabbânî hazretlerinin torunu, Muhammed Ma’sum-i Farukî hazretlerinin beşinci oğludur. “Muhyissünne” adı ile meşhur oldu. 1639 senesinde Serhend’de doğdu. 1696’da orada vefat etti. Kabri mübarek babasının medfun bulunduğu türbenin birkaç yüz metre güneyindeki türbededir.
İmam-ı Rabbânî hazretleri ve mübarek oğulları, yalnızca Hindistan Müslümanlarının değil, bütün İslam dünyasının manevi ufkunu aydınlatmış önemli ve mübarek zatlardır. Onların din-i İslam-ı mübini yayma gayret ve nasihatleri, Osmanlı coğrafyasından Türkistan’a, Anadolu’dan Balkanlara kadar geniş bir sahada tesir göstermiştir ve göstermeye de devam etmektedir.
MÜRŞİTLERİN EL KİTABI
İmam-ı Rabbânî hazretlerinin en meşhur eseri üç ciltlik Mektûbât’tır. Bu mektuplarında talebelerine, devlet adamlarına ve âlimlere gönderdiği nasihatler yer alır. Mektûbât-ı Şerif, asırlar boyunca Osmanlı topraklarından Orta Asya’ya, Hindistan’dan Anadolu’ya kadar bütün İslam dünyasında okunmuş ve mürşitlerin el kitabı olmuştur.