Satsa milyarder olacaktı, bağışlarını milyonlarca turist ziyaret ediyor... Tarihi kurtaran adam Nuri Arlasez unutulmadı

Kaynak: Türkiye Gazetesi, Anadolu Ajansı
- Güncelleme:
Satsa milyarder olacaktı, bağışlarını milyonlarca turist ziyaret ediyor... Tarihi kurtaran adam Nuri Arlasez unutulmadı
Kültür - Sanat Haberleri  / Türkiye Gazetesi, Anadolu Ajansı

Yakın tarihin az tanınan isimlerinden olan Nuri Arlasez için "Yazmaların Peşinde Bir Ömür" başlıklı sergi açıldı. Arlasez, paha biçilemez yazma eserleri çöplüklerden kurtarmasıyla tanınıyor. Onun Topkapı Sarayı ve Süleymaniye Kütüphanesi bağışları bugün her yıl milyonlarca turist tarafından ziyaret ediliyor. Arnold Toynbee ile dost olan Arlasez'in Sultan II. Bayezid vakfiyesini kurtarma hikayesi ise ibretlik hatıralar barındırıyor. İşte yakın tarihin en çarpıcı hatıralarından bir parça...

ALİ TÜFEKÇİ - Yakın tarihte yaşanan yazma eserler kıyımı pek çok kişinin artık malumu. Ancak bu kıyımdan kurtarılan eserlerin kimler eliyle nasıl günümüze ulaştığı henüz tam aydınlatılabilmiş değil. 

Tarihte dikkat çeken bazı isimlerin dışında pek çok defa isimsiz kahramana vefa göstermeyi unutuyoruz. Herkesin tanıdığı isimler bazen gerçekten hizmet etmiş kişileri gölgede bırakabiliyor. Bazen de kişiler kendileri gölgede kalmayı tercih ediyor. 

Bu kişilerden birinin de Nuri Arlasez olduğunu söylemek yanlış olmaz. Gelin hem sergiye hem de Arlasez'e dair bir kaç ibretlik hatıraya kısaca bakalım. 

YAZMALARIN PEŞİNDE BİR ÖMÜR

Rami Kütüphanesi'nde Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı (TÜYEK) tarafından açılan "Yazmaların Peşinde Bir Ömür: Nuri Arlasez" sergisi bu isme dikkat çeken çok kıymetli bir vefa faaliyeti oldu.


Satsa milyarder olacaktı, bağışlarını milyonlarca turist ziyaret ediyor... Tarihi kurtaran adam Nuri Arlasez unutulmadı - 1. Resim
Serginin açılışında Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, İstanbul Valisi Davut Gül, TÜYEK Başkanı Coşkun Yılmaz, IRCICA Genel Direktörü Mahmud Erol Kılıç konuştu.

El yazması eser koleksiyonunun önemli bir kısmını Süleymaniye Kütüphanesi'ne bağışlayan Arlasez, kütüphanenin zengin koleksiyonuna paha biçilmez eserler ilave etti. Arlasez’in 1991'de yaptığı bu bağış içinde 329 yazma, 350 hat levhası, murakkalar, belgeler ve nadir matbu eserler yer alıyor.

Bunlar arasında İstanbul’un hızlı dönüşümler yaşadığı bir devirde, sahaflardan ve muhtelif koleksiyonlardan toplanan kıymetli yazma eserler, hat sanatının en büyük üstatlarının kaleminden çıkmış levhalar, icazetnameler, meşkler ve yazı kalıpları, Fars, Arap ve Türk edebiyatının seçkin örnekleri, dua mecmuaları, belge niteliğindeki fotoğraflar bulunuyor.

2000 yılında vefat eden ve Merkezefendi Mezarlığı’na sessizce defnedilen koleksiyoner vefatının 25. yılında hatırlandı.

"TOYNBEE: BUNLARIN YÜZÜ SUYU HÜRMETİNE MEMLEKETLER AYAKTA KALIR"

Ziyaretçiler arasında bulunan Yazar Beşir Ayvazoğlu Arlasez'i yakından tanıyanların başında geliyor. Ayvazoğlu'nun Arlasez'den pek çok hatıra naklettiği bir kitabının da olduğu biliniyor: "Nuri Arlasez'in Saklı Hayatı: Bir Medeniyeti Kurtarmak"


Satsa milyarder olacaktı, bağışlarını milyonlarca turist ziyaret ediyor... Tarihi kurtaran adam Nuri Arlasez unutulmadı - 2. Resim
Arnold Toynbee ile (sol) Sahhaf Raif Yelkenci ile (sağ) IRCICA Arşivi

Kitapta çok çarpıcı hatırlara yer veriliyor. Ayvazoğlu, Arnold Toynbee ile arkadaş olan Arlasez'den tanışmasını ve yaşadığı bir hatırayı şöyle naklediyor:

Bu meseleleri konuşurken bir ara susup kısa bir süre düşünen Nuri Bey, “Yeri gelmişken size bir hadise daha anlatayım,” demiş ve İngiliz tarihçi Prof. Arnold Toynbee ile 1962 yılında nasıl tanıştığını anlatmıştı: “Şişli’de elli yıl oturduğum, babadan kalma, on dört odalı ahşap bir evim vardı. Bir kış günü Hint felsefesiyle ilgili kitapları masama yaymış çalışıyordum. Kapı çalındı, açtım, Fethi Bey’in oğlu Osman Okyar, yanında da bir İngiliz. Adını söyledi ama, o anda anlayamadım. Görünüş olarak tam bir İngiliz beyefendisi... Çalıştığım odaya buyur ettim, çünkü başka tarafı ısıtamıyorum. İngiliz beyefendisi masanın üzerindeki kitapları görünce müthiş ilgilendi, oturup büyük bir dikkatle incelemeye başladı. İlk defa geldiği bir evde, arkadaşını da, evin sahibini de unutmuş, harıl harıl not alıyordu. Giderken mahcup bir edayla ‘Biz Osman Bey’le Bursa’ya gidiyoruz, siz de gelir misiniz?’ dedi. ‘Memnuniyetle!’ dedim. İnanır mısınız, kim olduğunu yolda anlayabildim: Arnold Toynbee, o büyük zekâ... Bir hafta beraber gezdik, hakikaten rüya gibi bir haftaydı. Ayrılırken yüzü kızararak ‘Sizinle dost olalım!’ dedi, olduk ve öldüğü tarihe kadar yıllarca mektuplaştık.”


Satsa milyarder olacaktı, bağışlarını milyonlarca turist ziyaret ediyor... Tarihi kurtaran adam Nuri Arlasez unutulmadı - 3. Resim

Arnold Toynbee, Türkiye’ye her gelişinde Nuri Bey’le buluşur, İstanbul’u ve Türkiye’yi birlikte gezerler. Nuri Bey, değerli dostunu bir seferinde de Antalya’ya götürür. Çevrede gezerken yolları şehre 70-80 kilometre mesafedeki bir Türkmen köyüne düşer. Yorulmuş ve acıkmışlardır. Bir kahve görür, geçip otururlar. Kendilerini “Hoş geldiniz, safalar getirdiniz!” diyerek karşılayan nur yüzlü ihtiyar, kahvenin sahibidir. Nuri Bey içinden gelerek elini öptüğü bu ihtiyara, “Babacığım,” der, “çok acıktık, lütfen çaresine bakabilir misin?” İhtiyar, “Oğul,” der, “yeter ki sen fukaranın olanına katlan! Nemiz varsa senindir. Yalnız Rabbim yoktan var eder. Onu bizden bekleme!”

Nuri Bey, ihtiyar kahvecinin bu bilgece sözlerini tercüme edince çok şaşıran Toynbee, “Belli ki hikmete âşık bir adam, hakiki bir filozof!” der. İhtiyar biraz sonra çok güzel yiyecekler getirir, fakat misafirlerinin bütün ısrarlarına rağmen para kabul etmez, der ki:

“Taa nerelerden kalkıp bu kuş uçmaz, kervan geçmez yere gelip gönlümüze neş’e ve ferahlık verdiniz. Üstüne bir de para mı vereceksiniz? Ne parası?”

Nuri Bey, para ödemekte ısrar edince ihtiyarın sitemkâr bir ifadeyle söylediklerini ömrünün sonuna kadar unutmayacaktır: “Bak oğul, misafirimizsin. Daha fazla ısrar edersen paranı kabul etmek zorunda kalacağız. Neş’emizi bu kahpe para için kaçırmaya değerse, ver!” Israrından vazgeçen Nuri Bey, Türkmen kocasının bu sitemli ve bilgece sözlerini de Toynbee’ye aynen tercüme eder.

Gözleri yaşaran büyük İngiliz, “Lütfen söyleyeceklerimi aynen tercüme ediniz” dedikten sonra şöyle devam eder:

“Bize kelimenin en kuvvetli mânâsıyla bir insanlık dersi verdi. Bu borcu hiçbir zaman eda edemeyeceğiz.

Dünyaları ayakta tutan, her memlekette gizli kalmış bu gibi kahramanlardır. Bunların yüzü suyu hürmetine memleketler ayakta kalır.

Bunlara İncil’de ‘Toprağın tuzu’ denilmiştir. Biz sanayileşirken büyük hatalar yaptık. Maddî servet pahasına bütün bu değerleri kaybettik. Siz de aynı tehlikeyle karşı karşıyasınız. Bizden ders alın. Hayatta sizi her zaman minnet ve şükranla hatırlayacağız!”

"ÇÖPLÜĞE ATILMADIK KIYMET KALMAMIŞTI"

Beşir Ayvazoğlu kitapta Nuri Arlasez'den naklederek şu ibretli hatırları kaydediyor:

"Nuri Bey, bunları anlattıktan sonra, kime ait olduğu bilinmeyen (lâedrî) harikulâde bir beyti okumuştu:

Her çâhta bir Yûsuf-i gümgeşt nihandır / Hayfâ ki nazar sahibi yok kafilelerde

“Her kuyuda kaybolmuş bir Yusuf gizlidir; ne yazık ki gelip geçen kafilelerde onu keşfedecek nazar sahipleri yok” anlamına gelen bu beyitte Kur’an-ı Kerim’deki Yusuf kıssasına telmihte bulunulmaktadır. 

Nuri Bey, beyti okuduktan sonra, “O ihtiyar gibi ne gizli kahramanlar tanıdım evlâdım,” diye eklemişti:

“Onlar, altı yüz yıllık irfanın anahtarını ellerinde tutan, meş’alesini taşıyan insanlardı ve hepsi kravat takmadıkları, otururken ayaklarını altlarına aldıkları için çöplüğe atılmışlardı. Çöplüğe atılmadık kıymet kalmamıştı.”


Satsa milyarder olacaktı, bağışlarını milyonlarca turist ziyaret ediyor... Tarihi kurtaran adam Nuri Arlasez unutulmadı - 4. Resim

Nuri Bey’e artık sorulması gerekeni sormalıydım: “Efendim, sizin yazma kitap, ferman, vakfiye, işleme vb. toplayarak binlercesini yok olmaktan kurtardığınızı biliyoruz. Bu iş nasıl oldu, nasıl başladınız?”

"BENİM ÖMRÜM KÜÇÜK YAŞLARDAN İTİBAREN YENİ DEVRİN ÇÖPLÜKLERİNDE GEÇTİ"

Nuri Bey’in yüzünde hüzünlü bir ifade belirmiş ve biraz düşündükten sonra anlatmaya başlamıştı:

“Devir pozitivizm devri evlâdım. Geçmişin bütün kıymetleri düşman ilan edilmiş. Sizler bilmezsiniz, benim ömrüm küçük yaşlardan itibaren yeni devrin çöplüklerinde geçti.

Harf inkılâbı sırasında Galatasaray’da okuyordum. Girişte altı metre boyunda nefis bir kitabe vardı, ilk iş olarak onu söktüler. İçim isyanla doldu. Ortalıkta bir dehşet havası kol geziyordu. Babadan dededen kalma ki tapları yakanlar mı ararsın, gömenler mi ararsın! Bugün paha biçilemeyecek kitaplar o zaman kaldırımlarda sürünüyordu.

Bir gün Beyazıt Meydanı’nda, bir yer sergisinde güzel bir yazı gördüm, alıp baktım, Sultan II. Bayezid’in vakfiyesi... Yazıyı inceleyince dehşete düştüm, çünkü bu Şeyh Hamdullah hattıydı. Misyonumu o gün fark ettim, nâdanların elinden kurtarabildiğim kadarını kurtaracaktım.

Yemek yemeyip mini minnacık bütçemle bunları satın almaya başladım. Şimdi bir tanesi bile insanı milyarder eder, düşünebiliyor musun? Kendi kendime dedim ki, ‘Bu bir emr-i hayr olacak, aç da kalsan açıkta da kalsan, zinhar satmak yok! Geçim başka yoldan. Böyle böyle, paha biçilemez cinsten sayısız eser topladım. Yazma kitaplar, fermanlar, vakfiyeler, hilyeler, levhalar, işlemeler...

Hani, altı yüz elli yıllık irfan meşalesini ellerinde tutan, kravat takmadıkları, bağdaş kurup oturdukları için çöplüğe atıldıklarını söylediğim adamlardan bahsettim ya, işte onlar, benimle, samimi olarak bu eserleri toplayıp yok olmaktan kurtardığım için ilgilendiler. Mesela Sahhaf Râif Yelkenci merhum..."

SELÇUKLU KUR'AN-I KERİMİNİ KURTARAN İHTİYAR

Nuri Bey, söz Râif Yelkenci’ye gelince önündeki dosyadan el yazısıyla yazılmış sekiz sayfalık bir mektubun fotokopisini çıkarıp uzattı.

Birinci sayfasının üst sol köşesinde eski harflerle Hâfız-ı Şirazî’nin -yukarıda naklettiğim- beytinin yer aldığı bu mektubu, Râif Yelkenci hakkında bildiklerini ve düşüncelerini soran -kim olduğunu sormayı ne yazık ki akıl edemediğim- birine yazmıştı ve hemen başında çok büyük bir saygı duyduğu bu değerli insanı şöyle anlatıyordu:

“Osmanlı kültürünün -hars ve irfanının- en son meş’ale taşıyıcılarından biri de elhak Râif Efendi merhumdu. O küçücek dükkânında ecdattan veraset tariki ile intikal eden maddî ve manevi mâmeleğimizin, Osmanlı hars ve irfanının henüz düşürülememiş, en mütevazı ve o nisbette muhteşem son kal’alarından biri idi.”

“Ama,” demişti Nuri Bey, “Râif Yelkenci merhum sahhaflık mesleği dolayısıyla az çok tanınan biridir. Bir de hiç tanınmayanlar, bu dünyadan sessiz sedasız göçüp gidenler var. Misal mi istersin?

Elime on üçüncü asırdan kalma bir Selçuklu Kur’an’ı geçmişti, lâkin çok harap vaziyetteydi. Soruşturdum, ‘Bunu ancak Süleymaniye taraflarında oturur, Yakup Efendi adında bir zat var, etse etse o tamir eder!’ dediler.

Gittim, ahşap bir ev... İkinci kata aldılar beni. Hasta yatağında nurlu bir ihtiyar. Altı yüz senelik irfan meş’alesini elinde tutanlardan biri. Bu Kelâm-ı Kadîm’in çok kıymetli olduğunu söyleyerek onu kurtarmasını rica ettim. Alıp baktı, ‘Hakikaten çok kıymetli,’ dedi, ‘Gördüğün gibi, bu yatakta ölümle cedelleşiyorum, ama bırak, nasipse kurtarırız! Yalnız iki aydan önce gelme!’

İki ay sonra gittim, tatlı bir tebessümle ‘Al oğlum, dedi, kurtarmak nasipmiş.’

Yoksulluğu her halinden belli olan bu mübarek adam, bütün ısrarıma rağmen emeğinin karşılığı olarak takdim etmek istediğim parayı kabul etmedi. Israr edince de, ‘Bu hasta yatağımda senden bir ricam var: Bırak da bu mübarek çorbada benim de tuzum bulunsun!’ dedi. Tıpkı Antalya civarında karşılaşıp ekmeğini yediğimiz Türkmen kocası gibi.”

Kaynak: Türkiye Gazetesi, Anadolu Ajansı

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Sonraki Haber Yükleniyor...