'O binaların ruhu vardı'

'O binaların ruhu vardı'

KÜLTüR - SANAT Haberleri

Tanınmış mimar ve ressam Prof. Dr. Ruşen Dora “İnsanlar eski evlere kendi ruhlarını veriyorlardı. Ama artık modern mekânlarda siz yoksunuz” diyor.

MURAT ÖZTEKİN

Prof. Dr. Ruşen Dora mükâfatlı mimar olmasının yanında resim sanatına da gönül vermiş bir isim. Şimdiye kadar yüze yakın sergi açan Dora, yarım asırdan fazladır suluboya eserler meydana getiriyor; en çok da İstanbul’un kayıp mahallelerini ve o mahallelerdeki cumbalı konakları, ahşap evleri ve bir masal âlemini andıran yalıları resmediyor. Sanatçı Dora bu eserlerini ise “Çizgilerle İstanbul” isimli albüm kitapta bir araya getirdi. İBB Kültür AŞ Yayınları’ndan çıkan eser, bugün betona teslim olan şehrin bambaşka bir mazisine ışık tutuyor.
Sorularımızı cevaplayan Prof. Dr. Dora, resme Galata Mevlevihanesi’nin son postnişini Ahmed Celâleddin Dede’nin torunu olan annesi sayesinde başladığını söylüyor. Dora, güzel sanatlar akademisine maceralı bir şekilde girdiğini kaydederek “Kabataş Lisesini bitirdikten sonra güzel sanatlar akademisine katılmak istedim. Aser olan babam ‘Senin bir işin olsun, yine resim yaparsın’ diye karşı çıktı. Fakat o Afganistan’a vazifeli olarak gönderilince akademiye girdim. Bir sene resim okuyup sonra mimarlığa geçtim. Mimarlık yapmama rağmen resim sanatı dünyamda hep var oldu. Mimarlık ve resim sanatı bütünleşti” ifadelerini kullanıyor.

ESKİ GÜZELLİKLERİN İÇİNDE BÜYÜDÜM
“Çocukluğum eski tarz evlerin içerisinde geçti” diyen Dora, niçin eski İstanbul evlerini resmettiğini şu sözlerle anlatıyor: “Dedemin Üsküdar İmrahor’da haremli selamlıklı bir evi vardı. Orada çok güzel günler yaşadım. Eski hayatın güzelliklerini izleye izleye büyüdüm. O zamanlar ahşap, cumba çıkmalı, kafes pencereli, yukardan açılan pencereli evler mevcuttu. Şimdi olduğu gibi evler ruhsuz değildi. Ben hâlâ o eski mahallelere hayranım. O evler, içerisinde yaşayan insanların kimlikleri gösteren, onların yaşama biçimini yansıtan mekânlardı. Bunları eserlerimle ortaya koymak istedim”
Ressam Dora şimdiki İstanbul’un hâlinden de şu sözlerle yakınıyor: Maalesef günümüzde mekânlar, kişiliğini kaybetti. İnsanlar eski evlere kendi ruhlarını veriyorlardı. Ama artık mekânlarda siz yoksunuz. Bu işin tadı ve romantizmi gitti. Ben eski İstanbul’daki mimari eserlerin bütünleşmiş hâlini özlüyorum, tek tek değil. Çünkü onlar bir aradayken oluşan şey kıymetliydi.  

85 YAŞINDA FIRÇASI ELİNDE
Resmin insanın etrafıyla ve kendi dünyasıyla tanışması için bir sebep olduğunu söyleyen Dora “Sanata devam eden insanlar sonunda şöyle bir laf ediyor: ‘Resim, insanı yaşatır.’ Ben de böyle düşünüyorum. 85 yaşıma gelmeme rağmen fırçayı elimden bırakmıyorum. Aslında sevdiğim şeyi yapıyorum. Ama resim bilinerek yapılırsa böyle olur. Rastgele bir şeyler karalamak değil. Mimarlık ve resmi birbirinden ayırmıyorum. İkisi bir aradayken duygularımı daha iyi yansıtabiliyorum” diye konuşuyor.

SULU BOYANIN FARKLI BİR KARAKTERİ VAR
Prof. Dr. Dora “Niçin sulu boya?” sualine ise şöyle cevap veriyor: Sulu boyanın bir karakteri vardır. Suyu biraz fazla koyarsanız rengi kaçar, suyu biraz az koyarsanız istediğiniz kıvamı yakalayamazsınız. Sulu boya insanın hislerini hemen kâğıda aktaran bir malzeme. Sonra, kâğıda sürüldüğünde değiştirmenize imkan tanır. Ben de bu malzemeyi çok sevdim çünkü hislerimi yumuşak bir şekilde yansıtabiliyorum. Ben sertlikten yana biri değilim zira…
 

 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Sonraki Haber Yükleniyor...