"Eğer kurtulmak istiyorsan Sultanımızı üzme!.."

A -
A +
 

Bâyezid Han​, Bursa'ya bir cami yaptırmak ister. Mimarlar bugünkü Ulucami’nin bulunduğu mevkide karar kılarlar. Ancak bir pürüz vardır!..

 

 

 

 

 

Yıldırım Bâyezid Han, Dördüncü Osmanlı Sultanıdır. Murad-ı Hüdavendigar’ın oğlu ve Çelebi Sultan Mehmed’in babasıdır. 1360'ta doğdu. Babası şehit olunca, 9 Ağustos 1388'de tahta çıktı...

 

Bâyezid Han, âlimlerin sohbetlerinde bulunur, onların Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildiren sözlerini canla başla kabul ederdi. Evliyaya çok hürmette bulunurdu. Osmanlı topraklarının her tarafında ilim yuvaları kurdu. Memleketin her tarafında cami, mescid, darüşşifa, medrese, imaret ve misafirhaneler yaptırdı. Bunlardan en meşhuru Bursa'da yaptırdığı Ulucami'dir... Bu caminin hikâyesi şöyle anlatılır:

 

Bâyezid Han, Niğbolu Zaferinde kazanılan ganimetlerle muhteşem bir cami yaptırmak ister. Mimarlar bugünkü Ulucami’nin bulunduğu mevkide karar kılarlar. Söz konusu arsa üzerinde evi, bahçesi olanlara başka yerden muadil yer verilir. Hatta ceplerine birkaç kese altın sıkıştırılır gönülleri hoş edilir... Ancak ihtiyar bir kadıncağız “Ben evimi, arsamı vermem” diye tutturur! 

 

Önce vezirler, sonra bizzat Sultan'ın kendisi, kadının ayağına gider, iknaya çalışırlar. Ama o "vermem" diye diretir...

 

Sultan Bâyezid Han, caminin yerini beğenmiştir. Hiç hesapta olmayan pürüz canını sıkar. Hatta divanı toplar, çözüm yolu arar. Kadılar;

 

“Mal onun, satarsa satar, satmazsa zorlayamayız!” derler. Meclis çaresizlik içinde dağılırken Bayezid Han'ın aklına damadı Emîr Sultan hazretleri gelir. Hemen meseleyi ona anlatır.
Mübarek sadece tebessüm eder, “Acele etme!” der ve ekler: “Bir gecede neler değişmez?”
İhtiyar kadın o gece rüyasında mahşer meydanını görür. Annenin çocuğundan kaçtığı bir dehşet anıdır! Kalabalıkta korkunç bir azap endişesi vardır. O arada bir dalgalanma olur. Müslümanlar âlemlere rahmet olarak gönderilen Resulullah Efendimizin yanına koşarlar. Şefaate kavuşan kavuşana...

 

Kadıncağız da niyetlenir, ama bırakın yürümeye, kıpırdamaya mecali yoktur. Ayakları vücudunu taşıyamaz, ızdırapla yerleri tırmalar. Feryat figan ağlamaya başlar...

 

İşte tam o sırada Emîr Sultan hazretleri gelir ve sorar:
- Niçin ağlıyorsun anneciğim?
- Herkes cennete gitti, ben bir başıma kaldım burada!
- Kurtulmak istiyor musun?
- Hiç istemez miyim?

 

- Öyleyse Sultanımızı üzme!

 

Kadın kan ter içinde uyanır ve sabahı zor eder. Ertesi gün kendi ayağıyla gidip, Sultanın huzuruna çıkar. Arsayı eviyle birlikte verir. Üstelik önüne konulan altınları da cami için bağışlar...

 

 

 

Ahmet Demirbaş'ın önceki yazıları...