Görüntünün insanlara anlattığını lafla, kalemle anlatmak mümkün değil. İncitici olsa da deprem afeti yaşamış yerlerdeki hasarlı birkaç binanın deprem görmüş enkazının "açık hava müzesi" gibi dokunulmadan bırakılması gerekir diye düşünüyorum.
Önünden gelip geçenin rahat okuyabileceği büyüklükte bir tabela olmalı ve yazmalı ki: “Leylek bacağı gibi kolonlar, zayıf etriyeler, kum diye karılan çamurlar, kaçak çıkılan katlar, kırık kirişler yüzünden yıkılan bu binada... vatandaşımız hayatını kaybetmiştir...” Belki o zaman işi ciddiye alır depremle yaşamayı öğreniriz...
Bu rahatsız edici senaryoya emin olun eğer birlikte gofret hâline gelmiş katların arasından genç cesetleri çıkarmış olsaydık siz de evet derdiniz. “İnsanoğlu unutkan tabiatlıdır, onu rahatsız etmeli” diyen rahmetli vali Recep Yazıcıoğlu'nun bu fikrine o yıllarda çok insan karşı çıkmıştı.
Ama zaman gösterdi ki aynı yerdeyiz, ders almak falan hak getire. Bunu şunun için söylüyorum;
Dün akşam haberlerinde spiker şöyle diyordu: “Prof. Mithat Kadıoğlu’nun ismi lazım değil bir üniversitede verdiği 'Afet ve Acil Durum Yönetimi' konulu konferansını koca salonda sadece iki kişi takip etti onlar da iki akademisyen...”
“Coğrafya kaderindir” diyor İbni Haldun ve ikaz ediyor. Her deprem sonrası “Depremle yaşamayı öğreneceğiz” diyen etkili ve yetkili şahıslar beyan ediyor. Ama ne var ki yürüdüğümüz yol boş salonlara çıkıyor.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi de aynı günlerde Deprem Çalıştayı düzenledi. Oradaki salonların ahvali nasıl bilemiyorum ama açıklanan bildiriler uykuları kaçırmaya yeter. Konuşmacı uzmanlar muhtemel bir depremde “40 bin civarında bina yıkılacak, binlerce insan hayatını kaybedecek, deprem sırasında altyapı büyük oranda hasar görecek (onlar çökecek diyor da ben ifadeyi hafif geçiyorum) kanalizasyon sularının karıştığı içme suyu kolera, dizanteri gibi salgın hastalıklara sebep olacak” diyorlar.
Bütün bunlara mukabil daha trajik olaylar yaşanıyor. Bazı binalar sallanmadan dökülüyor. Son olarak Gaziantep’te dört katlı okulda facianın eşiğinden dönüldü. Sabah öğretmen ve öğrenciler dersteyken tavandaki sıvalar koparak düşmeye başladı. Paniğe kapılan çocuklar tahliye edildi. Bazı sınıflar ve koridorlarda çatlaklar oluşmuş.
Şimdi neresinden tutsak dökülüyoruz. Sadece kendi oturduğumuz binanın deprem mukavemet karnesinin iyi olması yetmiyor. Hayatımızın büyük kısmı dışarıda kamu binalarında geçiyor. Hangi saatte nerede duracağımızın garanti olduğunu kim bilebilir?
Deprem hasarlarının telafisi için DASK (zorunlu deprem sigortası) önemli bir adımdı. Çünkü geniş alanda yıkıcı bir depremin hasarı ancak geniş çaplı sigorta desteği ile karşılanabilir. Ama burada konuştuğumuz insan kurtarmak ve can kayıplarının asgariye çekilmesi.
Çare; her binanın “Deprem Mukavemet Karnesi” çıkarılması zorunlu hâle getirilmelidir. Benzer uygulama zaten var diyenlere soruyorum; eğer varsa şu Gaziantep’te çocukların tepesine sıvaları inen okul binasının karnesini bir gösterin de rahatlayalım(!)...