(Küçükdedemden...) Tam zamanı, bilmen şart olanı bildirmenin; doğum gününü kutluyorsun: İnsan için en ölümcül hastalığa yakalanmış olmak; doğmuş olmaktır! Ey benim ahmak oğlum! Şimdi sevinçle titriyor mu için? Diyor musun; beni ne kadar da çok seviyorlar?.. Kırk sayfa sevgi yerine kırk sayfa sövgü olsaydı şurada; kırk kişi seviyor olacağına kırk kişi yerseydi seni, değişecektiyse yürek çarpıntın, bil ki iyi adam olamamışsın! * Yetmedi mi, daha da nasihat mi istiyorsun? Peki, ama iyi dinle! Düğüne gidenler de, ölüme gidenler de binse... Vagonlarında hayvanlar da, insanlar da taşınsa, tren trendir... Trenler; raylarından çıkmadıkları sürece yol alırlar! Sanma ki sevilmeler bitmez! Sanma ki, seni başlarının üstüne kaldıranlar asla bırakmazlar!.. Şimdi sen; kondurulduğun yerde, dirseklerin kaşınsa sanırsın; kanatların çıkacak... ki vahh! Hülyalara dalma, gözünü aç! İstidrac kabı keramet kâsesine benzer... Biri insanlık için şifa, biriyse içeni öldüren zehirdir! * Ey pohpohlanmaktan hoşlanan ve içinde kudurmuş köpek yaşayan "ben" kafesi!.. Bilmiyor musun; rüzgâr estiği zaman çöpleri bile havalara kaldırır!.. Sakın ola kibirlenme! Süslü, renkli uçurtmaları yükseklerde tutup bulutlarla yarıştıran kendileri değil; bağlı oldukları iplerdir! Rüzgâra kanıp ipini bırakma! Yele veren; yaban ele vermiş olur kendini!.. * Ey benim toy oğlum, topal atımın toynağı; kulağını iyi aç! Seni izleyen gözlere; "üstünüzde kaş var" dersen, ne kadar sevildiğini... Ve seni sevenlerden ok gibi sözler gelirken, kendi kalbine baktığında; "ne kadar sevdiğini" anlarsın! Dilsiz ol, tuğlalar arasında ezilsen de; sen "harç"sın!.. Ne olduklarından büyük gör insanları, ne de olduğundan mühim görünmeye çalış... Hep olmanın yolu "hiç" olmaktan geçer, ki sen zaten hiçsin! Sakın ola kibirlenme; Rüzgârların, havalara kaldırdığını unutma, estiği zaman; çöpleri bile!..