Tarihî tecrübeden istifade!

A -
A +

Devletlerin gidişatı rastgele şekillenmiyor. Tarihî hadiseler bir öncekinden bağımsız yürümüyor! Bu itibarla tarihî tecrübenin çok büyük önemi var. Tarihî tecrübeden istifade etmeyenler gerek ülkeler arası ilişkilerde gerek siyasi hayatlarında hep çuvallamak zorunda kalırlar...

 

Türkiye maalesef uzun bir dönem bu siyasi tecrübeyi kullanmaktan uzak kaldı. Hatta o tecrübeye sırtını döndü. Bunun sebebi Osmanlı gibi 622 yıllık şanlı bir geçmişi inkâr etmesi olmuştur.

 

Nitekim Türkiye’nin ilk siyasi partisi olan CHP bugün de aynı anlayışı devam ettirmektedir. Her fırsatta Osmanlıya çatmayı marifet saymaktadır. Rakiplerini Osmanlıcılık gibi bir zihniyetle karalamaktadır. Bu durum onların bin yıllık belki üç bin yıllık büyük tarihî birikime kör kalmalarına sebep olmaktadır. 

 

Geçenlerde Özgür Özel’e yapılan saldırı sonucu, fâilin, “Ben Osmanlı çocuğuyum” diye bağırdığını iddia eden CHP’li Sezgin Tanrıkulu’nun tavrı bu zihniyetin tam bir dışa vurumudur. Zira bu sözü ondan başka duyan olmamıştı.

 

Bu vaziyette dünyanın yeni bir döneme geçiş sancılarını çektiği, küresel ölçekli büyük oynamaların yaşandığı siyasi arenaya CHP ne gibi çözümler getirecek, nasıl bir siyaset belirleyecek belli değildir. CHP’nin bunları düşünecek bir beyin takımı da yoktur. İç siyaseti ise iç karışıklık çıkarmak gibi bir refleksle sürdürmektedir. Nitekim yargıya intikal eden Belediye Başkanları davalarını dahi halkı sokağa dökmekle çözmek gibi akılalmaz teşebbüslere girişmektedir.

 

Hem yargıya müdahale var diye bağırmakta hem seçilir seçilmez istediğini dışarı çıkarmak, istediğini hapse atmak gibi ben yargı falan tanımam gibi bir zihniyet girdabında bocaladığını sezememektedir!

 

Buna karşılık Türk siyaseti özellikle son on yıldır tarihî tecrübeyi kullanmakta dünya siyasetinde baş döndürücü gelişmelere imza atmaktadır.

 

Aslında Türkiye’yi bu duruma iten sebepleri hiçbir zaman hatırdan çıkarmamalıdır. Zira Türkiye’ye elli sene öncesinde biçilen rol 2010-2016 yılları arasında devreye sokulmak istenmiş fakat bu meş’um plan sayın Cumhurbaşkanımızın basiretli tutumu ve milletin feraseti ile bertaraf edilmişti.

 

Türkiye bu plan sayesinde tamamen Siyonizmin pençesine alınacaktı. 28 Şubat aktörlerinin İsrail ile ilişkileri, "Ağlama duvarı"nı ziyaretleri unutulmamalıdır. Siyonizm, 28 Şubat zihniyetini yok etmeye çalışan ve yargılayan sayın Erdoğan’ın işini bitirmeye azimliydi. Bu konuda en büyük aparatları FETÖ idi. Planın akamete uğraması sonucunda yeni bir döneme girildi.

 

 

Okların yönüne dikkat!

 

 

Zannımca bu yeni dönem çok uzun süreli olacaktır. Belki on belki yirmi yıl sürecektir. Evet ilk on yılı bitmek üzere. Fakat ikinci on yılının daha zorlu daha sancılı geçeceğini düşünüyorum. Nitekim bu noktada atılan adımlar bizim için büyük tehlikelerin kapıda olduğunu gösteriyor. İçimizdeki birtakım siyasiler, bu gelişmeleri gözden kaçırsalar, sırtını dönseler, hatta ihanet derecesine varan bir kayıtsızlıkla seyretseler de milletin uyanık olmasını ve basiretli hareket etmesini diliyorum.

 

Zira bu basiret geleceğimizi şekillendirecektir. Bu basiret bizi dünyada oyun kurucu hâline getirecektir. Huzur ve refahımızı geliştirecektir. Gücümüzü zirveye taşıyacaktır. Basiretsizliğin getireceği felaketleri saymak dahi istemiyorum...

 

Şunu ifade edeyim; devlet ölçeğinde yaşanacak büyük felaketleri göremeyenlerin yaşama lüksü olamaz! Onlar zillete, mahkûmiyete, mahrumiyete ve her tür felakete maruz kalmaya müstahak olurlar. Onlar evlerini sarmak üzere bir yangın gittikçe büyürken evin sıvasını boyasını tartışan aile fertleri gibidir. Dışarı çıkıp yangını durdurmak yerine kendilerini eve kilitleyip ekmek yemek telaşını yaşayan beyinsizler gibidir.

 

Türkiye son on yıldır beka meselesi denilen iç ve dış problemlerle boğuşmaya devam ediyor. Bilhassa dış meselelerde önemli adımların atıldığını ifade edebiliriz. Harp sanayiinde baş döndüren adımlar atıldı. Dış dünya Türkiye’nin bu alandaki başarılarını hayranlıkla ve gıpta ile takip etmektedir.

 

Nitekim bu başarısını ve askerî stratejisini Suriye’de gerçekleştirdiği barış harekâtlarında, Azerbaycan’da, Doğu Akdeniz’de Libya’da dünyaya gösterdi. Son olarak Suriye’de on üç yıldır devam eden zulmün on üç günde son bulmasında Türkiye’nin etkisi inkâr olunamaz.

 

Bilhassa Suriye’deki bu gelişme İsrail’in kartlarını daha açık oynamasına yol açtı. Gazze’yi mahvederek sıranın Suriye’ye geldiğini düşünen İsrail, artık Türkiye’yi bir kez daha iç karışıklıklara gark etmenin yollarını aramaya başlamıştır. Netanyahu, sabah akşam Kürtlere selam ve iyi niyetlerini bildiriyordu.

 

Tarihinden tecrübe alan Türkiye bu tehlikenin çabuk farkına vardı. Bir dizi atakla iç karışıklıklara davetiye çıkaracak girişimlerin önünü kesmeyi bildi.

 

Fakat İsrail’in dış hamlelerine karşı bütün ülke olarak teyakkuz hâlinde olmalıyız. Her şey Cumhurbaşkanı’ndan beklenmemelidir. Nitekim ilk olumsuz durumlarda görüyorum ki, bazı kalemler oklarını hemen Cumhurbaşkanına çevirmektedir. Oysa dış düşman oklarının birinci hedefinde o vardır. Onu aradan çıkarmadan emellerine kavuşamayacaklarını çok iyi bilmektedirler.

 

Bu itibarla Sayın Erdoğan, Sultan II. Abdülhamid Han dönemine benzer bir mücadeleyi amansızca sürdürmektedir. Fakat Abdülhamid Han’ın yaşadığı yalnızlığa düşürülmemelidir. Millet bu konuda, birtakım sıkıntılardan dolayı sarsılsa da duyarlı bir şekilde desteğini sürdürmektedir. Fakat AK Parti içinde birtakım kadroların, bakanların ve bazı teşkilatların bırakın Cumhurbaşkanına sahip çıkmayı onu yalnızlaştıracak projelere imza atmalarını esefle izlemekteyiz.

 

 

İsrail tüm kartlarını açıyor!

 

 

Siyonist İsrail rejimi ise Türkiye’ye karşı dış hamlelerinde bütün kartlarını oynamaya başladı. İlk önce İran iş birliği ile Ermenistan’ı destekleyip, Türkiye’yi Azerbaycan konusunda etkisiz kılmak istediler fakat başarılı olamadılar.

 

Ancak Türkiye’nin Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile ittifakı için hayati önem taşıyan Zengezur Koridoru projesini, Filistin hamlesi ile önemli ölçüde baltaladılar. Bu konuda da İran yanlarındaydı.

 

İsrail bir taraftan Filistin’de katliam yaparken bir taraftan da İran ve Mossad ajanları, “Türkiye Gazze’ye yardım etmiyor” diyerek yıpratıcı propagandalarla iç siyasette de hükûmeti yıpratma projesini acımasızca yürüttüler.

 

Öte yandan ben o günlerde İsrail’in Kıbrıs’taki toprak alımlarına ve buraya yerleşme planlarına yazılarımla dikkat çekmiştim. Kıbrıs’ın İsrail’in "arz-ı mevud" emeli içerisinde olduğunu belirtmiştim.

 

İsrail’in Kıbrıs ile ilgisi bununla bitmedi. Türkiye birdenbire dost ve kardeş bildiği Türk Devletleri Teşkilatı üyesi Özbekistan ve Kazakistan’ın Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne (GKRY) büyükelçi atama kararları ile sarsıldı.

 

Hemen ardından Türk Devletleri Teşkilatı’nda gözlemci üye statüsünde bulunan Türkmenistan da 31 Mart 2025’te GKRY’ye büyükelçi atadı.

 

Türk Cumhuriyetlerinin, AB ile bir ortaklığın ötesine geçerek; yarım asırdan beri çözülemeyen Kıbrıs konusunda, AB’nin vereceği 12 milyar avroluk bir para karşılığı Türkiye’nin karşısında bir tutum takınarak Rum tarafında bulunması düşmanca değilse bile, dostça hiç değildir.

 

Türkiye, 1990’lardan itibaren SSCB’nin dağılmasından sonra bu cumhuriyetleri tanıyan ilk ülkedir. Devamında ise Çin ve Rusya’nın bu cumhuriyetler üzerinde örtülü de olsa devam eden siyasi ve askerî baskılarına rağmen kardeşi saydığı bu cumhuriyetlere maddi, manevi her türlü desteğini gizli veya açık olarak devam ettirmiştir.

 

Bu noktada bazıları gibi ucuzca Türk Cumhuriyetlerini tenkit etmek yerine, bu ülkelerdeki Siyonist yapılara ve onların maşalarına dikkat çekmek istiyorum. Zira bu Cumhuriyetlerin siyasi kararlarında onların etkilerini görmek gerekir. Soros ve Siyonist yapıların bu ülkelerdeki gücü ve ekonomik faaliyetleri takip edilmeden yıllardır onların maşası gibi çalışan FETÖ unsurları temizlenmeden buralardan bizim politikalarımıza tam uygun hareketler beklemek abesle iştigal etmek olur.

 

Allen Weinstein’in Orta Asya Cumhuriyetlerindeki faaliyetlerini ne zaman başlattığı, kimlerle irtibatta bulunduğu, Türkiye’de kimlerle dirsek temasında olduğu belirlenirse bu sözlerimiz tam manasıyla anlaşılır.

 

Yine bir misal olarak Arnavutluk Diyaneti'ne hâlâ FETÖ hâkimdir ve onların zamanında bu noktaya gelmesine yardımcı olan maalesef bizim eski Diyanet İşleri Başkanımız Mehmet Görmez’dir. Bu noktada Arnavutluk’ta ileride başımızı ağrıtacak yeni din projelerinin arkasında da Siyonistlerin bulunduğunu üç dört ay önce kaleme almış ve ilgililerin dikkatini çekmiştim.

 

Fakat bizim İlahiyat camiaları ve Diyanet bunları hiç görmemekte ve en azından milleti uyandıracak faaliyetlerde dahi bulunmamaktadır.

 

Nihayet son olarak Hindistan’ın Pakistan’a başlattığı saldırının gerisinde de en etkin gücün İsrail olduğu gözden kaçırılmamalıdır. İsrail ne pahasına olursa olsun Türkiye’nin başını ağrıtacak girişimlerine hız kesmeden devam edecektir.

 

Öyleyse şunu asla unutmayalım! Beka meseleleri tek adamla çözülmez. Milletin liderinin etrafında kenetlenmesi ve çevresindekilerin de lideri doğru yönlendirmesi ile aşılır!

 

 

TEFEKKÜR

 

 

Baş egmezüz edâniye dünyâ-yı dûn içün

 

Allah’adur tevekkülümüz i’timâdumuz

 

                                                            Bâkî

 

(Bu aşağılık dünya için alçaklara baş eğmeyiz.

 

Tevekkülümüz, itimadımız ancak Allah’adır.)

 

 

 

 

 

Ahmet Şimşirgil'in önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.