“Bu medresede geceler bir başka güzel gündüzler bir başka...”

A -
A +

Üstün meziyetlerinden dolayı; “Küçük Numan” ismi çoktan unutulmuş “Molla Numan” olmuştu.
Öyle ya bu nasıl sevgidir, bu ne biçim muhabbettir ki; sevdiğinin emir ve yasaklarına lakayt kalınıyor? İkisinden biri yanlıştı ya da yalan söylüyor olmalıydı ona göre. Seven itaat etmeliydi. Ya da sevdiğini söylememeliydi. İçi, dışı bir olmalıydı insanın. Göründüğü gibi olmalı veya olduğu gibi görünmeliydi. Dürüstlük bunu icap ettirmiyor muydu?
Fadıl Hoca, bir daha çaresiz kalmıştı bu aklı büyük, yaşı küçük talebesinin sözlerinin yanında. Ona göre; büyük âlimler; ancak hakiki ilim iklimlerinde, ihlaslı âlimler meclislerinde, münasip mekânlarında yetişebilirdi, tıpkı iyi ve verimli topraklarda tatlı, sulu, herkesin severek yediği güzel meyvelerin yetişmesi gibi…
Açtı avuçlarını semaya Fadıl Hoca, içinden geldiğince dua etti: “Ya Rabbim! Beldemizi, memleketimizi, bizleri, talebelerimizi Kur’ân-ı kerîme, hadîs-i şerîflere, sünnet-i seniyyeye uyanlardan eyle! Bu ilim ikliminde, İslâmiyetin mümbit toprağında, huzur ve saadet içinde; İmâm-ı Azam gibi talebelerin yetişmesine vesile olmamızı nasip eyle! Ya İlâhi! Tatlı meyvelerin yetişeceği verimli, mâneviyatı yüksek eyle bu beldemizi. Karamedrese’mizin yüzünü ak eyle… Tarihin her devrinde olduğu gibi bu zamanda da dünya sulhuna, memleket barışına vesile edeceğin talebeler yetiştirmemizi nasip eyle, sevdiklerin hatırına, hürmetine dualarımızı kabul buyur! İnşallah… Âmin âmin…”
İçinden; “dua müminin silahıdır...” dedi, kendinde kuvvet buldu Fadıl Hoca.
                    ***
          MOLLA NUMAN
Üstün meziyetlerinden, muvaffakiyetlerinden dolayı; “Küçük Numan” ismi çoktan unutulmuş “Molla Numan” olmuştu. “Bu medresede geceler bir başka güzel, gündüzler de bir başka” dedi, hocasının gözlerinin içine bakarak, kucağındaki kalın kitabın deri kapağını okşadı durdu ha bire. Kırda hocasıyla karşılaştıkları gün, Ak kuzucuğu aklına geldi. Onu da böyle okşamıştı bir zamanlar. Zülküf’ün sert bakan iki çakır gözü önüne dikiliverdi elinde olmadan. Köy, bağ, bahçe hatırlanınca onlar da sıralanıyordu ardınca. Oysa o defteri kapatalı hayli zaman olmuştu. Çoktan unuttuğunu sanıyordu. Demek yaşanılanların üzeri küllense de ufak bir rüzgâr; tozu toprağı savurunca mâzi, kor hâlinde ve bütün sıcaklığıyla ortaya çıkıyordu. “Lâ havle” çekti defalarca...
Fadıl Hoca, bu akıllı talebesinin her hareketinden bir mana çıkarıyordu. Biliyordu ki o düşünmeden, gayriihtiyari hiçbir şey yapmazdı. Gülen yüzüne her bakışında o da gülümsüyordu…
Molla Numan; şimdilik aradığını bulmuştu: Bütün gücünü kuvvetini ilme veriyordu. Tefsir, fıkıh, hadîs ilimlerini, Arabî ve Farisî lisanlarını zevkle ve akranlarından çok daha çabuk öğrendi. Zamanın fen ilimlerinde de çok mesafe kat etti, yetişti. Müderrislerin ona öğretecekleri bitmiş, onun ise ilme olan susuzluğu iyice artmıştı. DEVAMI YARIN

 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.