"Bu vakitler Molla Muhammed ile hep ders çalışıyorlar hocam."
Akşam güneşinin sızdığı tahta kapının aralığından bir gölgenin geçer gibi olduğunu sezdi. Elinde olmadan fırladı. Kapıyı açtı. Bir de ne görsün; iki gülen göz ona tebessüm ederek bakmıyor mu? Kalbi küt küt atmaya başladı. O derman gözlerin şuaları ilaç gibi gelmiş içini ferahlandırmıştı. Hemen hocasının eline kapandı, öptü.
- Destur var mı Molla İbrahim? Girebilir miyim?
- Estağfirullah efendim! Ev sizin…
- Baban nerelerde?
- Bu vakitler Molla Muhammed ile hep ders çalışıyorlar hocam. Akşam namazından sonra da umumiyetle geliyor.
- Ee anlat bakalım nasıl gidiyor günler? Memnun musun?
- !!!
Çocukluğu taşlı, topraklı sokaklarda, çamur sıvalı duvarlarıyla çevrili tek katlı toprak damlarda, kırlarda, bayırlarda geçmişti. Çiçek saksılarının sıralandığı pencerelerinde seyrettiği sığır ve davar sürülerinin her sabah kırlara gidişleri, akşam karınları şişkin eve dönüşlerinde; ders verme saatinin geldiğini hatırlıyor, hemen hocasına gidiyor, önünde diz çöküyordu. Kurulu saat gibiydi. Burada ise henüz meseleyi tam çözememişti. Talebeliğe kabul edildiğinin birinci günü dayak yemiş, ikinci günü lokumla mükâfatlandırılmıştı. Üçüncü günü her gördüğünde kalbi küt küt atan hocası hanelerini teşrif etmişlerdi. Burada usul nasıldı? Neyi nasıl yaparsa hocasını memnun etmiş olacaktı? Yoksa bir hata mı yapmıştı ki, çat kapı, Efendi Hazretleri ta ayağına kadar gelmişti? Aklına gelenlerle yüzü terlemiş sapsarı kesilmişti. “Hay aksi şeytan! Lanetli, neler de aklıma getiriyor” diye hayıflanırken İsmail Fakirullah Hazretlerinin müşfik sesi gönlüne su serpiyordu. Ama hâlâ kulaklarına inanamıyordu. O babacan, huzur veren ses; onu, keşmekeş hayallerinin arasından çekip alıyor ve ruhunu okşuyordu… Aheste aheste konuşarak, sohbetin lezzetini fark ettiren bir sesti her şeyden önce… O müşfik ses; hücrelerine kadar sirayet ediyor, gönlünü ferahlandırıyordu.
- Demek bir gün dayak, bir gün lokum…
- !!!
İçinden; “aman Allah’ım” deyip öyle kalakaldı! “Kim demişti, kim söylemişti? Kendinden maada bunları bilen de yoktu ki! O çoban çocuk deseydi, suçu ortaya çıkardı, o cesaret edemezdi. Lokum ve pekmez veren teyze demiş olsaydı farklı söylerdi. Benim hayal ettiğim gibiydi… Tövbe tövbe!” deyip epey alıp verdi, dudaklarını ısırır gibi yaptı, başını öne eğdi utancından.
- İki günde iki imtihan… Molla İbrahim insanoğlu bir gün değil her gün imtihandadır. Her gün yeni şeylerle karşılaşır, yeni şeyler de öğrenir… İsteyen iyi şeyler, isteyen de kötü… Mutlaka böyledir. Yaratan, celle celâlühü böyle yaratmıştır. Bize düşen ebedi saadete ulaştıracak olan sebeplere yapışmak. Sadece sebeplere ve ihlâsla, samimice…
- !!!
Babasının mürşidi; onun da mürşidi olacak mıydı? O, olurdu da kendi layık olur muydu, bu saadet halkasına? DEVAMI YARIN