İstanbullu mahkûmun dramı...

A -
A +

“Size babam Oral Sezgin'in yaşadığı bir hatırayı gönderiyorum. Eğer isterseniz yayınlayabilirsiniz...”

 “1991-1995 yıllarında Bilecik'te hâkim olarak bulunmuştum. Yine bu süre içerisinde Pazaryeri ilçesinde 3 ay süreyle görevlendirildim. Bu sürede kalacak yer konusunu bir türlü ayarlayamadım. Savcı da açıkçası pek yardım etmedi. Bu sürede ne yapacaktım, ben de cezaevinin müsait bir yerinde kalmaya başladım.

Akşam olduğunda gidecek yerim olmadığı için mecburen hapishanede kalıyordum. Onlar 'ceza mahkûmu' ben 'hayat mahkûmu' olarak aynı yeri paylaşıyorduk. Açıkçası mahkûmlarla arkadaş olmaya başlamıştık. Onlar için benimle konuşup sohbet etmek ayrı bir keyifti. Ben de onlara bildiğim şeyleri anlatmaktan hazzeder olmuştum. Hele de sizi karşınızda can kulağıyla dinleyen birilerini gördüğünüz zaman doğrusu iştahınız artıyor, anlattıkça anlatasınız geliyor...

Ne konuşacaksınız bu insanlarla, siyaset konuşsanız değmez, futbol konuşsanız kimi dertli kimi kederli açmaz, herkesin dinleyebileceği konu nedir, gönül muhabbeti… Hele bir de vicdan azabı sarmışsa kimi yürekleri değme gitsin…

'Anlat Hâkim Efendi, kurban olayım seni gönderen yüce Allah’a' der sokulurlardı yanıma… Ben kendilerine bildiğim kadarıyla, Ehl-i sünnet âlimlerinin eserlerinden okuduğum kadarıyla dilim döndüğünce anlatmaya çalışıyordum. Mahkûmiyetten sordukça kaderden bahsedip üzülmemelerini, bunun bir kader olduğunu, Allahü teâlâdan ümit kesilmemesi gerektiğini anlatıyordum. Bu sohbetten herkes gayet memnundu. Kim bilir belki de İslam âlimlerinin hayatlarını dinlerken kendi hayat muhasebelerini yapıyorlardı...

Aynı zamanda sohbet sırasında kimin ne durumda olduğu da belli oluyordu. Dolayısıyla biz de ihtiyaçlarını giderebilmek için elimizden gelen gayreti gösteriyorduk. Eşraftan giysi yiyecek toplayıp akşamları mahkûmlara götürüyordum. Kendileriyle lafta sohbet etmeyip gerçek hayatta da ilgileniyor olmamdan çok memnun kalıyorlardı. İyilik yapmaktan güzel ne olabilirdi ki…

Bir ara İstanbul'dan birkaç mahkûm daha geldi. Baktım birkaç tanesinin o kadar içler acısı durumları vardı ki tarif edilemez. Üstlerinde elbise yoktu inanın. Yani yırtık bile olsa bir elbise yok! Bu duruma çok üzüldüm.

Hele bu mahkûmlar arasında bir kimya mühendisi vardı. Bu da İstanbul'da bir Yahudi iş adamının yanında çalışıyormuş. Sen tut çalıştığı adamın hanımına âşık ol. Bakın şimdi olanlara…" DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.