Firavuna kalmayan dünya!

Firavuna kalmayan dünya!

Ramazan Haberleri

Kızıldeniz üzerlerine kapanırken, Firavun da secdeye kapanır ama. Meğerki geçmiş ola...

Geçen sene Ramazan-ı şerif ayında Adem aleyhisselamdan başlayarak, Kur’an-ı Kerim’de adı geçen Peygamberleri anlatmaya çalışmış; Şit, İdris, Nuh, Hud, Salih, İbrahim, İsmail, İshak, Ya’kub, Yusuf, Eyyûb, Şuayb ve Hazreti Musa’nın (aleyhisselâtü vesselam) menkıbeleri ile sayfamızı ziynetlendirmiştik. Henüz yarılamıştık ki mübarek ramazan bitti.
Şimdi kaldığımız yerden devam edelim…
Musa aleyhisselamın doğduğu yıllarda Mısır, zalim bir firavunun idaresindedir. Ülkeye hâkim olan Kıptiler Ya’kûb aleyhisselamın neslinden gelenleri köle gibi kullanırlar.
Firavun Kabus, bir gece rüyasında Beytü’l-Mukaddes’ten çıkan bir ateşin Kıpti evlerini yakıp kül ettiğini görür. Kâhinleri, müneccimleri toplar tabirini sorar. “İsrâiloğullarından bir çocuk dünyaya gelir” derler, “mülkü, saltanatı elinizden alır!”
Firavun tacından tahtından vazgeçecek değildir, yeni doğan erkek çocukların öldürülmesi emrini verir acımadan. Her on aileye bir vazifeli bakar, gözleri üzerlerindedir, kuş uçurtmazlar. Ebeler kız çocuklarını analarına bırakır, erkekleri sivri kamışlarla delip paralar.
Hazreti Musa’nın ebesi güzel bebeğe kıyamaz. “Ben görmemiş olayım” der, “ama bunu bir an önce yok edin, durmasın ortalıkta.”
Çaresiz kadın yavrusunu bir sandık içine koyar, bırakır suya.
Tevekkeltü alallah.
Nil Nehri, emaneti saray arklarına götürür, Firavunun hanımı (Asiye Validemiz) has bahçede oturmaktadır o sıra. Sandıktan çıkan bebeğe bayılır, sahip çıkar. Şirin bebek sütanne olarak getirilen kadınlar arasından sadece kendi anasını emer, emzirsin diye validesi vazifelendirir, para verirler ayrıca.
İbretlidir, Firavun, saltanatını yıkacak peygamberi eliyle büyütür, yedirir, içirir, giydirir, cins atlarına bindirir hatta.

MEDYEN VE TÛR-İ SİNA
Aradan yıllar geçer, bir ara Hazreti Musa bir kavgayı ayırayım derken elinden kaza çıkar, Mısır’dan ayrılmak zorunda kalır, gider Medyen’i mekân tutar. Orada Şuayb aleyhisselam ile tanışır, kızı Safura ile yuvasını kurar.
Sonra tekrar Mısır’a doğru yola çıkar, Tur Dağı’nda hususi ikramlara mazhar olur, vahy ile şereflenir. Cenab-ı Hak, firavunla nasıl mücadele etmesi gerektiğini bildirir ve abisi Hârûn’u yardımcı yapar ona.
Hazreti Hârûn uzun boylu, hoş simalı, heybetli, hitabetli bir gençtir ve gözü karadır en az kardeşi kadar…
Birlikte saraya gider, firavun ve avanesini dâvet ederler imana. Kolay iş değildir, cellatlar beklemektedir kapıda.
Mucize görmek isterler, Hazreti Musa ışık saçan elini (Yed-i Beyda!) çıkarır koynundan. Görülmüş şey değildir, hayran kalırlar. İnkârda inat edince asasını yere bırakır bu defa. Ejderhaya dönen asa Firavun’u köşeye sıkıştırır, kimyasını bozar âdeta.
Firavun Hazreti Musa’yı yakinen tanır, onun yalancı ve menfaatçi olmadığını en iyi bilen odur aralarında. “Acaba” demeye başlamıştır ama müşrik veziri Haman’ın tesirinden kurtulamaz.
İçlerinden nasipliler de çıkar. Mesela Musa aleyhisselamı mahcup etsin diye çağrılan sihirbazlar “o sahir değil resul, gösterdiği sihir değil mucize” der, ölümü göze alıp imanlarını haykırırlar.
Saray nedimelerinden Maşita Hatun muhteşem bir müminedir sonra. Yavrusunu fırına atarlar, sadık kalır imanında. Kocası Hazkil ona keza.
Hepsi bir yana, bizzat Firavun’un hanımı Asiye zulme boyun eğmez, canı pahasına karşı çıkar kocasına.

YARILAN DENİZ
İsrailoğulları uzun yıllar kölelik yaptıktan sonra Kıptilerin elinden kurtulup yurtlarına dönmeyi arzular. Bir gece Hazreti Musa önderliğinde yola çıkar, alışılagelen istikamette gitmez Kızıldeniz’e kıvrılırlar.
Firavun derhal süvarilerini toplar, silahlanır pusatlanır öfkeyle düşer artlarına.
Peşlerinde kızgın düşman, önlerinde coşkun derya.
Mızıkçılar mırıldanmaya başlamıştır. “Hep Musa’nın yüzünden, biz niye geldik sanki buraya?”
Büyük Nebi rahattır, Allahü teâlâ onlarladır zira. Nitekim koca deniz yarılır, yol açılır karşıya. Bastıkları kumlar bile kurudur, 12 kanaldan ilerler, hiç endişe duymazlar.
Aynı yol arkadan gelen orduyu boğacaktır oysa. Kızıldeniz üzerlerine kapanırken, Firavun da secdeye kapanır ama meğer ki geçmiş ola.
İsrailoğulları bunca mucizeye rağmen Musa aleyhisselama tam tabi olmaz. Düşünün Tevrât’ı almak için Tur Dağı’na çıktığında Samiri adlı münafık bir buzağı heykeli yapar. Dönse baksa ki tapınmaya başlamışlar.
Hâlbuki, Hazreti Hârun mani olmaya çalışmıştır o kadar. Bir kısmı dinler, bir kısmı kale almaz. Neredeyse çatışma çıkacaktır aralarında.
Musa aleyhisselam çok kızar onlara. Birlikte tövbeye oturur, bağışlanmak için yalvarırlar.
Samiri artık aralarında duracak değildir, alır başını vurur sahraya.

ZOR KAVİM
İsrailoğulları hem Musa aleyhisselamın vahiy ile hareket ettiğini bilir hem de “Sen bize peygamber olarak gelmeden önce de, geldikten sonra da çok eziyet çektik” diye yakınırlar.
Mübarek sineye çeker, ümit ve teselli vermeye çalışır onlara. Başlangıçta Tevrat’taki emirleri kabulde nazlanan kavmi, mûcizeler karşısında yumuşar, ibadete başlar.
Mûsâ aleyhisselam iki yıl sonra bir sandık yapar. (Tâbut-i şehâdet) Üzerine yedi renkli atlastan bir çadır (Kubbe-i zamân) koyar, gökten inen bir nur içini ışığa boyar.
Yakılacak buhurlarla, kesilecek kurbanlarla Harun aleyhisselam ilgilenir. Oğulları Nâzab ve Ubeyhu ile Ayzâr ve Eysâmâr yardımcı olurlar babalarına. Misafirleri onlar ağırlar, onlar uğurlar.
Ve emir gelir “putperest Amâlika kavmiyle harp edin, yerleşin topraklarına!” Mûsâ aleyhisselam İsrâiloğullarının her kolundan birer olmak üzere, iyi haber toplayan on iki kişiyi o beldelere yollar.
Dönenler gördüklerini abartırlar. Şöyle güçlüler, böyle cengâverler deyip korku salarlar halka.

TİH SAHRASINDA
Yûşa’ bin Nûn ve Kâlib bin Yuknâ (aleyhimesselam) ise “kalpleri kalıpları gibi değil” derler, “onlarla baş edebiliriz rahatlıkla.”
Ama kavim diğerlerine itibar eder, Musa aleyhisselama tavır gösterirler açıkça.
Haşa “Artık sen ve Rabb’inle beraber gider savaşırsınız. Biz yerimizden kıpırdamayacağız” deme cüretinde bulunurlar.
Bu yüzden kırk sene yersiz, yurtsuz dolanır. Şaşkına dönerler Tih Sahrası’nda. Açlık, susuzluk ve kavurucu güneş karşısında perişan olur, yine gelip Musa aleyhisselamın kapısını çalarlar.
Büyük nebi, Allahü tealanın emriyle asasını taşa vurur ve on iki pınar akmaya başlar, başlarının üzerinde de bir bulut peydahlanır, perde olur güneşin sıcağına. Ayrıca gökten men ve selva (bıldırcın eti ve kudret helvası) iner onlara.
Yiyip içip ihsana şükredecek yerde nankörlük yaparlar. “Soğan, sarımsak yok muydu” derler “bakla olsaydı biraz da.”
Mûsâ ve Hârun aleyhisselamın büyüklüğü de buradadır zaten, eziyetlerine katlanırlar sabırla.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Sonraki Haber Yükleniyor...