Rehine kurtarmaya giden âlemci gazeteciler!

A -
A +
  Terör örgütü PKK'nın rehin aldığı 13 kişiyi Gara'da şehit etmesi üzerine muhalefet "neden bu kişiler, PKK ile görüşme yapılıp kurtarılmadı" eleştirilerini yöneltti. Sözcü gazetesi yazarı Saygı Öztürk, 1996'da Zap Kampına gidip 8 rehin askeri PKK'nın elinden kurtaran dönemin Refah Partisi Van Milletvekili Fethullah Erbaş ile röportaj yaptı. Muhalifler, Erbaş'ı örnek gösterdi. Oysa aynı kesimler aynı Erbaş'ı geçmişte hain ilan etmişlerdi. Hem de öyle böyle değil. 1996 yılı ağustos ayıydı. Refahyol hükûmeti kurulalı henüz altmış iki gün olmuştu. Her gün şehit haberleri geliyordu. Terör örgütü PKK, Sivas'a kadar uzanmış Kangal'da bir tren istasyonunu basıp TCDD çalışanlarını katledecek kadar cüretkârlaşmıştı. Ankara'da Refah Partisi Van Milletvekili Fethullah Erbaş'ın gündeminde ise örgütün kaçırdığı 8 asker vardı. Partilerini ziyaret eden ailelere "İktidar olursak evlatlarınızı getireceğiz" diye söz vermişti. Seçimden sonra anneler yakasına yapıştı. 29 Ağustos günü İnsan Hakları Derneği Başkanı Akın Birdal, Mazlum Der Başkanı İhsan Aslan ve bazı ailelerle Kuzey Irak'a gitti Erbaş. Zap Kampında tören tertiplenmişti. Milletvekilinden karşısında dizilen silahlı teröristleri selamlaması isteniyordu. Birden aklına "Selamünaleyküm" demek geldi. Dedi, silahlar yere indi. Olay, gazetelere "Fethullah Erbaş, PKK'yı selamladı" şeklinde yansıtıldı. "Bütün Müslümanlar kardeştir, biz ırkçı değiliz" sözlerinden PKK'lılara "arkadaş" dediği varsayımı çıkarıldı. "Haddi aşarak PKK ile pazarlığa girişmekle", terör örgütüne alet olmakla, PKK ile flört etmekle suçlandı. Neticede istediği propagandayı yapamayan PKK sözünde durmadı, ailesi gelen ikisi dışında askerleri vermedi. Onu da Erbaş'a değil, Kızılhaç'a teslim etti... Teslimatı takip etmek için Dohuk'a bazı gazeteciler de gelmişti. Ne var ki otelde bir hafta yemişler içmişler, pahalı viski faturalarını ödemeden gitmişlerdi. İçki faturasını da Erbaş'ı yüklemişlerdi. Mesut Barzani yönetiminin üstlendiği fatura, Ankara'da Erbaş'ı bekleyen siyasi faturadan daha ağır değildi. Refah'lı milletvekilinin mağarada sözde PKK bayrakları altında çekilmiş fotoğrafı başkente bomba gibi düştü. "PKK bayrakları altında güldü" haberleri yapıldı. "PKK bayrakları altında oturmak bizim tercihimiz değildi. Amacımız askerleri alıp dönmekti" dese de kurtaramadı. Gazetecilere "Be zalimler. Biz buraya birlikte gittik, bu işi birlikte yaptık. Ama sonuç bu oldu" diye isyan etse de dinletemedi. Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığı, soruşturma başlattı. Dokunulmazlıkları olmayan Akın Birdal ve İhsan Arslan gözaltına alındı. DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel, Fethullah Erbaş'ın milletvekilliği dokunulmazlığının kaldırılması için harekete geçti. Erbaş "Eğer kamuoyu tatmin olacaksa, beni assınlar" diye serzenişte bulundu. Örgüt, üç ay sonra askerleri serbest bıraktı. Fethullah Erbaş gitti aldı geldi. Aileler evlatlarına kavuştu. Erbaş bu sefer de "Erlerin sağ teslim edildiğine dair hazırlanan tutanağı imzalamakla" suçlandı. Fethullah Erbaş'ı aradım. "Dün sizi hain ilan edenler bugün kahraman diye lanse ediyor. Ne diyorsunuz?" diye sordum. "O dönem medyayı Çevik Bir yönlendiriyordu. Ağzımdan burnumdan getirdiler. Sindirmek için her şeyi yaptılar. Davalar açtılar. Bir general, Ömer Vehbi Hatipoğlu'ndan 'O Kürt'ün kafasını parçalayacağız' diye haber gönderdi. Ben Türk'üm. Babam Ereğlili, annem Türkmen aşiretindendir. Bugün o görüşmeyi örnek gösterenler, aleyhimde bir şey olsa yine yerden yere vururlar" dedi. Erbaş, o yılların çok acıklı olduğunu söylüyor. Küçük çocuğu kanser hastasıymış. Bir yandan onun tedavisiyle uğraşırken diğer yandan medya ile mücadele etmiş. Aleyhinde çıkanları çocukları görmesin diye gazete alamaz, televizyon ve radyoları açamaz olmuş. ... O günlerden bugünlere hem Türkiye'de hem bölgede çok şey değişti. Denenmeyen, tabu görünen her şey denendi. Ama bir kesimin kaypaklığı ve samimiyetsizliği hiç değişmedi. Bugün "diplomatik yollar zorlanmalıydı" diye akıl verenlerin, pazarlık yapılsa geçmişteki gibi "PKK ile masaya oturdular" diyeceklerinden hiç şüpheniz olmasın.     Generalden fırça   PKK'nın kaçırdığı askerleri almaya gidenleri ikinci turda takip eden gazetecilerden biri de Deniz Zeyrek'miş. "1996'da ben de oradaydım" diye yazdı köşesinde. Sonra Habertürk'te ilginç bir itirafta bulundu. CHP lideri Kılıçdaroğlu'nun kınama açıklamasında PKK demediği için eleştirilmesine değinirken "Niye terörist diyorsun, PKK demiyorsun diyorlar. Ben hiç unutmuyorum 96'da, 8 askeri getirdik. Onunla ilgili yazımda terör örgütü yerine PKK ifadesini kullandığım için bir tuğgeneral telefon edip bana bağırmıştı. Bunların amacı da örgütün isminin geçmesi diye" dedi. O zamanlar öyleydi. PKK, propaganda yapmak için her yolu deniyordu. Hainleri o dönem PKK demek, bugün PKK dememek cesaretlendiriyor.     Şubat hüzün mevsimi…   Şubat "cemre" ayıdır. Tabiatın yeniden doğuşunun habercisidir cemre. Şubat ayında havaya ve suya düşer... Bizde ise cemre ayı, hazan ayıdır. Gazetemizin kurucusu, gazetecilerin abisi rahmetli Enver Ören, 8 yıl önce bugün rahmet-i rahmana kavuştu. Osmanlı'yı milletine sevdiren tarihçi Yılmaz Öztuna, dış politikada bir devre ayna tutan Mustafa Necati Özfatura, Türk edebiyatının köşe taşlarından Ahmet Kabaklı, Türk romancılığının babalarından Tarık Buğra... Hepsi de şubat ayında ayrıldı aramızdan. Enver Ağabey'in açtığı şemsiyenin altında, büyük izler bıraktılar. Allah cennetiyle müşerref eylesin...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.