Diyanet’te Farklı Dönemlerde Değişim Örnekleri

A -
A +

FETÖ ve Ilımlı İslam projelerinin Vatikan ve ABD kaynaklı olduğu, 17.07.2021 tarihli yazımızda CIA’nında içinde bulunduğu bazı kişi ve belgelerle açıklanmıştı. Esasında Batı dünyası, Oryantalizm, Misyonerlik ve Evanjelizm şemsiyesi altında İslam’a karşı bir blok oluşturmuştur. Hatta Siyasî, Askerî, Ekonomik ve Eğitim alanlarında ortaya çıkan bazı teşkilat, vakıf ve faaliyetlerin arka planında, iyi incelendiğinde görülecektir ki, Selçuklu ve Osmanlının temsil ettiği İslam ve Türk düşmanlığı bulunmaktadır. Onun için Batı, Oryantalizm, Ilımlı İslam, FETÖ, Diyalog, Hoşgörü, Islahat, Modernizm gibi kavramlar eşliğinde - kendi krallıklarını koruyarak, fakat Müslümanları halifesiz bırakarak - İslam dünyasını, özellikle Türkiye’yi dinî alanda dizayn etmeyi ve değiştirmeyi hedeflerine almışlardır. Ancak bunu nasıl gerçekleştireceklerdir?

Batı, 19. yüzyılın sonlarında faaliyete geçerek dini ajanlarını İslam ülkelerine göndermeye başladı. Bu ajanlar, İslam üzerinde araştırma yapan tarafsız, dünya çapında bilim insanı ve âlimi olarak tanıtıldı (C. Afganî ve Fazlurrahman gibi). Yaptıkları çalışmaların, bilimsel araştırmalarda (!) temel referans olarak alınması sağlandı. Halbuki hepsi, kendilerini İslam’ın temel esas ve kaynaklarını tersyüz etmeye adamış Müsteşrik güdümlü militanlardı. Bunu çekinmeden açıkça itiraf da etmektedirler (Ronald Kessler “The CIA at War/CIA Savaşta, 2000”). FETÖ de, bunlardan biridir. Ancak bilimselliği ve Kamu’daki görevini paravana olarak kullanan etki ajanları, hâlen Üniversitelerde, Vakıflarda, diğer kurum ve kuruluşlarda kripto eleman olarak faaliyetlerini sürdürmektedirler. Şu günlerde Ülkemizde devletin en üst yönetim organı olan Cumhurbaşkanlığı’nın, “Milletimize, dinimize ve değerlerimize ihanet eden FETÖ’nün tek ferdi kalmayıncaya kadar mücadelemiz devam edecektir.” açıklaması, bu gerçeği resmen ortaya koymaktadır.

Vatikan ve ABD; Oryantalizm, Ilımlı İslam ve Dinlerarası Diyalog projelerinde İslam ve Müslümanlara karşı uygulanacak ilke ve hedefleri, bir Strateji hâline getirmişlerdir.

Bu “Strateji”nin çerçevesi şöyledir:

1. İslahat, çağdaşlık, Modernizm, Reform, Sekülerizm ve Bilimsellik – bazen açık, bazen gizli – ileri sürülerek, İslam’ın kitabı Kur’an üzerinde şüphe uyandırılacak ve bazı âyetlere Strateji doğrultusunda (bilinçli yanlış) mana verilecek,

2. Hadisler, Tefsir, Akâid, Fıkıh, Siyer, Şer’î Tasavvuf gibi ilimlerle temsil edilen münzel/Hazret-i Peygambere indirilen ve Eshab-ı kiram’ın gelecek nesillere ulaştırdığı ve Dört Mezhep imamlarınca temsil edilen İslam, tenkid edilecek ve taarruza tabi tutulacak,

3. Yaklaşık 15 asırda yetişen Mutlak Müctehid, Müctehid ve yüksek dereceli 100 binlerce İslam âlim, Mezhep imamlarıyla birlikte aşağılanacak ve itibarsızlaştırılacak,

4. 15 asırlık İslam külliyatı, bazı durumlarda Hadisler, bazı durumlarda Tefsir, Akaid, Fıkıh ilimleri ve bunları temsil eden âlimler, yok farz edilerek İslam yeniden, fakat Batı dinine ve standartlarına uygun olarak yorumlanacak,

5. Nihaî hedef olarak İslam: Tahkir, tezyif, tahrif ve tebdil sonucunda, ahkâmsız, hadissiz, âlimsiz ve cihadsız bir hâle getirilecek,

6. Bunları gerçekleştirmek için Misyoner Oryantalizm, Diyalog ve Ilımlı İslam projelerinin ilkeleri çerçevesinde çalışma yapılacaktır (Ronald Kessler “The CIA at War/CIA Savaşta, 2000”).

      Şimdi Ülkemizde Oryantalizm, Misyonerlik ve Ilımlı İslam teorisyenlerinin hazırladıkları bu ilke ve hedefler, bazı kurumlarda, özellikle Diyanet camiasında farklı dönemlerde ne ölçüde yansımıştır?

       Konu, şu başlıklar altında ele alınabir:

 

DİN ANLAYIŞINDA DEĞİŞİM

Ecdadımız Selçuklu ve Osmanlının temsil ettiği İslam, Sünnî Müslümanlıktır. Buna Ehl-i Sünnet Müslümanlığı da denir. Dört Mezhep imamı, bu İslam’ın mümessilleridir. Bu camianın, Tefsir, Hadis, Akâid, Fıkıh, Siyer ve Ahlak gibi alanlarda Müctehid âlimleri ve temel kitapları vardır. 1300-1400 sene bu yapı korunmuştur. Müslümanlar iman ve ibadetlerini bu çerçeve ve muhtevaya göre yapa-gelmişlerdir.

Müsteşrikler, Misyonerler ve bunların etkisinde kalan Müslüman etiketli kişiler, kesinlikle Ehl-i Sünnet’e karşı olup bu yapıyı değiştirmek isterler.

Bu değişim konusunda yapılan bazı faaliyetleri şöyle sıralayabiliriz:

Değişim: Kadınların Cuma, bayram ve cenaze namazlarına iştirak ederek cami ile irtibatları istenmiştir. Hadislere ideolojik anlamlar verilerek, “Geleneksel İslam” anlayış ve uygulamasının kadını camiden mahrum ettiği, uzaklaştırdığı ve itibarsızlaştırıldığı vurgulanmıştır. Mehmet Görmez, başkanlığı döneminde bu konuda bütün yetkilerini kullanarak - maa aile – bunun önderliğini yapmıştır. Konuyu 2011’de ta Mekke’ye taşımıştır. Hac menasikinden bahsedeceği yerde kadınla ilgili 1400 yıllık İslam uygulamasının aleyhinde konuşmuştur.

Değerlendirme: Dört Mezhep âlimleri hiçbir devirde kadın camiye giremez ve cemaate katılarak namaz kılamaz, dememişlerdir. Ancak erkekler için de kadınlar için de bütün ibadetlerde usul ve erkân vardır. Bu dinin sahibi, yüce Allah’tır. O Allah, dini Resûlüne tebliğ etmiştir. İslam’ı insanlar vücuda getirmemişlerdir. Onun için İslam Fıkhı’a göre kadın camide erkeklerin safında namaza duramaz. Arkada namaza duracaktır. Cenazede kadın öne geçip namaz kılamaz. Cuma namazı, kadına, yolcuya, hastaya farz değildir. Ama kadın camiye gelir, Cuma namazını cemaatle kılarsa, öğle namazını kılmış olur.

 

Burada kadını itibarsızlaştırma diye bir şey yoktur. Gözmez hoca, o günlerde başörtülü feministler gibi İstanbul Sözleşmesi’nin etki alanına girerek herhâlde bunları söylemiş olsa gerek. Fakat şu anda böyle bir sözleşme yok. Demek ki, o Sözleşme, yanlış ve batılmış. Yarın “Hesap”ta durum, çok daha farklı olacaktır. Bunu, bu satırların yazarı değil, bu Şeri’at’in sahibi bildiriyor.

Zaman zaman aklıma geliyor, Ehl-i Sünnet karşıtları ve onların öğrencileri hakkında sosyoloji alanında bir tez yapılsa ve “beş vakit namaz kılıp kılmadıkları sorulsa, acaba oran ne olur?” diye merak ediyorum.

 

FARKLI GİRİŞİMLER

Bu konuda Cüneyd Zapsu’nun eşi Beyza Zapsu, 2006’da Üsküdar’da Subaşı camiinde erkekler safında başı açık namaz kılmıştır. Bundan cesaret alan bayan Zapsu, Cuma namazını kıldırmak istemişse de izin verilmemiştir. Bu tamamen bir FETÖ ve Ilımlı İslam girişimidir.

Yakın zamanda cami, havra ve kilise üçlüsünün aynı mekânda toplanma görüşü, Abant toplantılarında (2012’de 26. yapılmıştır) alenen Hristiyanlığın bugünkü hâli ile -haşa- İslam’ın ikiz kardeşi ilân edilircesine “diyalog”a devam edilmesi ve Hristiyanlıkta olduğu gibi “konsil” ismi altında toplantılar yapılmasının teklif edilmesi, tamamen bir FETÖ ve Ilımlı İslam girişimidir.

Şanlı Urfa’da 2000’de Diyanetin Müftüsünün de iştirakıyla çok dinli nikah (!), kıyılması, tamamen bir FETÖ ve Ilımlı İslam girişimidir.

Camilerde 15-16 yaşlarında kızlı erkekli (Camide badminton) tenis turnuvalarını tertip edilmesi, tamamen bir FETÖ ve Ilımlı İslam girişimidir (4 Temmuz 2013 Akşam Gazetesi. Antalya Müftüsü Ahmet Çelik: Camilerde çocuklara masa tenisi, voleybol, tenis gibi sportif dallarda eğitim verildiğini söyledi.)

Diyanet’te Farklı Dönemlerde Değişim Örnekleri

Camide Tenis Turnuvası

“HADİSLERLE KADIN” KİTABI

Hadislerle Kadın, Editör Huriye Martı, 2018. Bu kitap, DİB. yayınları arasında yer almaktadır. Yazarı belirtilmemiştir. İlgili kitap 2019’da tekrar basılmıştır.

Değerlendirme 1:

1. Kitapta 8 bölüm bulunmaktadır Son bölüm kadınların özel hâlleri (âdet durumları) ile ilgilidir.

2. Kitapta genel tema: Sünnî Müslümanlık kadını camiden ve bazı ibadetlerden mahrum bırakarak ona zulmetmiştir.

3. Kitapta hiçbir yerinde Dört Mezhep imamından veya herhangi bir âlimden bahsedilmemiştir.

4. Kitapta dil, anlatım biçimi, ilmî değil, ideolojiktir.

5. Kitapta %95 hadis, diğer kısmında âyet kullanılmıştır.

6. Kitapta hayalî bir düşman haline getirilen 1400 yıllık İslam uygulaması acımasızca tenkit edilmiştir. Fıkıhtan bahsedilmeden, ulema suçlu gösterilmiştir.

7. Kitapta kadın, cinsiyet olarak yüceltilmiştir. Halbuki İslam’da âyet ve hadislerde kişiler (erkek ve kadın), cinsiyete göre değil, iman ve amel (ibadet ve haramdan sakınma) durumuna göre değerlendirilmiştir (Hucurat,13). Nuh ve Lût peygamberlerin karıları, kâfir idiler. Zamanımızda ülkemizde 100’lerce kadın terörist vardır. Erkeklere gelince, Firavun ve Nemrut, kendilerini ilâh ilan etmişler ve nice insanlara zulmetmişlerdir. Ebu Cehil ve Ebu Leheb’i hatırlayalım. Fakat bunların karşısında erkek ve kadın olarak güzide sahâbîler var. Hepsi övülmüştür. Demek ki, İslam Şeriati’nde cinsiyet değil, iman ve amel ölçüdür. Onun için, ilim sahipleri, cihad edenler, sadaka verenler, merhametli olanlar övülmüş, buna karşılık, zulmedenler ve haram işleyenler ise, yerilmiştir.

İslam ailesinde reis, idareci erkektir. Dünyanın her yerinde bir kurumda aynı yetkilere sahip iki idareci bulunmaz. İl, ilçe ve devlet yönetiminde de durum böyledir. Ayet-i kerime’de (Nisa,34) erkek, “kavvâm/koruyucu ve idareci” buyruluyor. Onun için burada kadın küçültülüyor zehabına kapılarak zımnen âyetin, dolayısıyla İslam’ın karşısında yer alan ve Batı’nın görünen yüzüne teslim olanlara ne diyelim! Bizler onlara ancak basıret ve hidayet dileriz. Unutmamak gerekir ki, Batı’nın bir de görünmeyen süflî, aldatıcı ve istismarcı yüzü vardır.

8. Kitapta hadislerle topla oynar gibi oynanmış, hadisler çarpıtılmış ve Batı’nın süflî  mantalitesi olan seküler/lâ dinî anlayışına - muhteva ile alâkası olmayan – o güzelim hadisler, referans gösterilmiştir.

9. Kitap, tam ve hilâfsız İstanbul Sözleşmesi ilke ve hedefleri doğrultusunda o zihniyetle kaleme alınmıştır.

Değerlendirme 2:

Kitapta ilmî yanlış, iftira ve yanıltmalar vardır. İslam Şeriatı’nda (Dört Mezhep Fıkhı’nda) hayızlı (âdet gören) bir kadın, hayızlı/regli olduğu günlerde şunları yapamaz: 1. Cinsel ilişkide (cimâda) bulunamaz, 2. Kur’an okuyamaz (ve Kur’an’ı kılıfsız çıplak elle tutamaz), 3. Cami’ye/Mescide giremez, 4. Oruç tutamaz, 5. Ka’be’yi tavaf edemez.

İddia: Kitapta kurgu şu yanlış üzerine kurulmuştur: Âdet görme kadının biyolojik ve fizyolojik yapısı gereğidir, tabii hâlidir. Bu durumda bir kadın lânetli ve murdar değildir. Cinsel ilişki dışında hepsini normal olarak yapar. Ka’be’yi tavaftan da muaftır.

İddiaya Cevap: Cinsel ilişkide bulunamaz, deniliyor. Bu doğrudur. Çünkü âyetle sabittir (Bakara, 222).

1. Mescid’e girer, deniliyor ve bazı hadisler delil gösteriliyor (Müslim, Hayız 3 [Kitapta 11 gösterilmiş]).

Hadis, şu olay üzerine söylenmiştir: Peygamber aleyhisselam, Mescidde itikâftadır. Hazret-i Aişe validemizden seccadeyi uzatmasını istemiştir. (Mescid ile Hücre-i saadet bitişik arada bir duvar ve pencere 

vardır.) Aişe validemiz hayızlı/regli olduğunu söylemiştir. Bunun üzerine peygamberimiz “elinde hayız yoktur” - yani seccadeye dokunmanın hayızla bir ilgisi yoktur - buyurmuştur. (Nitekim âdetli bir kadın, yemek yeme, pişirme, su içme ve diğer günlük aktivitelerini normal yapabilmektedir.)

Fakat hadiste “elinde hayız yoktur” ifadesi, ”hayız görme senin elinde değildir” denilerek, konu mecrasından çıkarılmıştır. Bu yanlış manayı desteklemek için ilgisi olmayan birçok hadis-i şerif, delil olarak getirilmiştir.

2. İftira: İlgili hadis metninde, Nevevî ve Suyutî şerhlerinde (Ürdün ve Suûd nüshaları da dahil): “Aişe validemiz, mescide girdi ve seccadeyi verdi” ibaresi yoktur. Bu ibare, Hadise ilâve edilmiş, dolayısıyla Hazreti Peygamber’e büyük bir iftirada bulunulmuştur.

Yanıltma: Kitapta Nifas/Loğusalık ve hayız bahsi işlenirken şöyle denilmiştir:

“Namaz gibi önemli bir ibadetten muaf tutulan özür sahibi kadın, oruç tutmak, tavaf etmek, mescide girmek, Kur’an okumak ve eşiyle birlikte olmak gibi hususlarda tercihini kendisi yapar.”

Bu ifadede açıklanan hüküm, yanlıştır. Çünkü ifade, istihazeli/özür sahibi bir kadının namazdan muaf olduğunu, oruç tutma konusunda serbest olduğunu dile getirmektedir. Kaynak olarak verilen hadislerde de bu hükmün tam tersi yer almaktadır.

Halbuki özür sahibi bir kadın, ibadetlerinden sorumludur. Yani namaz ve Ramazan orucu gibi ibadetlerini yerine getirmek zorundadır. Kaynak olarak verilen hadislerde de bu zorunluluk açıkça ifade edilmektedir.

Özür ve Özürlü: Fıkıhta “özür” ve “özürlü” birer terimdir. Hanefî'de kadınların özel hâlleriyle ilgili özür durumu şöyledir: Hayız gören kadından üç günden az gelip kesilen ve on günden fazla devam eden kanın gelmesidir. Bu durumdaki kadın özürlü olur. Bu kadına müztahaze/özürlü denir. Ancak, bu hususla Fıkıh’ta daha detaylı hükümler vardır.

Özür”ün geniş anlamı da şöyledir: Bir namaz vaktinde - abdest alıp farz namazı kılacak kadar bir zaman - özrü (herhangi bir yerinden kan, cerahat akması, idrar tutamama, yel kaçırması gibi), namaz vaktinin sonuna doğru beklendiği halde kesilmiyorsa, namazı kılabilecek bir süre kala abdest alır, o özrü devam etse de vaktin sonuna kadar (Hanefi’de) istediği namazı kılar, Kur’an okur, Mescid’e girer, girebilir. Ancak meselâ, idrar tutamamadan özürlü olan, diğer abdesti bozan bir durumda (mesela, yellendiğinde, burnu kanadığında) abdesti bozulur. Bu anlamda özür, kadın-erkek, genç-yaşlı herkesi kapsar (herkes, özürlü olabilir). Özürlünün, vakit çıkınca otomatik olarak abdesti bozulur, tekrar abdest alması gerekir (abdest alması farzdır). Konunun detayları Fıkıh kitaplarında mevcuttur.

Bu durumda özürlü kadın hiçbir şekilde namazdan muaf değildir. Kitapta kaynak gösterilen hadislerdeki hükmün de tam tersi yazılmıştır.

Sonuç: “Hadislerle Kadın” kitabı ile, İslam Şeri’atı’nı temsil eden Dört Mezheb’in Fıkhı’nı ve âlimlerini yok farz edip Batı patentli Ilım Islam ilkeleri doğrultusunda yeni bir “Yapay İslam Şeri’ati”nin ortaya konulması hedeflenmiştir.

Diyanet’te Farklı Dönemlerde Değişim Örnekleri

Mehmet Görmez

Huriye Martı

 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.