Kabil’i Habil gösterme telaşı

A -
A +

Kazakistan’daki olaylar henüz dünya gündemine bu kadar belirgin bir şekilde düşmemişken son kaleme aldığımız yazıyı ‘Bu topraklar medeniyetler beşiği olduğu kadar, aynı zamanda medeniyetlerin mezarlığıdır’ diyerek tamamlamıştım.

Kazakistan’da hayat pahalılığı ve yapılan zamlar gerekçesi ile başlatılan protestolar sonucunda ülkede yakılıp yıkılmayan bir yer kalmadı. Bir ülkede haklı gerekçeler ile dahi olsa, halk hareketi kıvamında olaylar başladığında, dışarıdan bazı ellerin müdahil olmaması hemen hemen imkânsız hâle geliyor.

Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bugüne kadar Türkistan coğrafyasındaki birçok devlet başkanı, yapılan göstermelik seçimlerde %95 civarında oylar almayı sürdürdü. Seçimler yolu ile güven tazeleyerek iktidarınızı korumak gibi bir derdiniz olmayınca, şeffaflık ve hesap verilebilirlik gibi dertleriniz de elbette oluşmuyor. O zaman rahatlıkla başkente kendi adınızı vererek ülkenin her bir meydanına yüzlerce heykelinizi diktirmekten de imtina etmiyorsunuz.

Lenin heykellerinden ikrah getirmiş bir toplumda, şehirlerin göbeğine devasa büyüklükte kendi heykellerinizi diktirmenin, şehirlere Leningrad gibi kendi isimlerinizi vermenin, paraların üzerine kendi fotoğraflarınızı basmanın nasıl bir izahı olabilir?

Sandık vasıtası ile milletin teveccühüne mazhar olmamış, iktidarının kaynağını milletten almamış, millî irade dendiğinde yüzü ekşiyen yönetimlerin günün sonunda bu şekilde bir acı tablo ile karşı karşıya gelmesi kaçınılmazdır.

Kazakistan’daki protestolarda esas meselenin doğalgaza yapılan zamlar ve hayat pahalılığı olmadığını elbette biliyorum, lakin millet iradesine ram olmayan anlayışın bu türden olaylara zemin hazırladığını ortaya koymak adına bu satırları kaleme alıyorum. Yoksa Nazarbayev’in Kazakistan gibi geniş ve sıkıntılı bir coğrafyada nasıl sakin bir geçişi sağlayarak, ülkesinin gelişmesine muazzam katkılar sağladığını da biliyorum.

Ama 1990 yılından bu yana ülkede millet iradesine yaslanan demokratik seçimlerin yapılmadığını da biliyoruz. Zaten demokratik kuralların egemen olduğu bir ülkede hiçbir iktidar %95 oy alarak otuz sene boyunca iktidarını koruyamaz.

Bu sadece Sisi’ye, Saddam Hüseyin’e ya da Beşar Esad’a mahsus bir husustur.

Coğrafyada bol miktarda örneği var ve biliyoruz.

Gelelim her toplumsal olay sonrasında biti kanlananlara.

Ne zaman dünyanın farklı bir coğrafyasında bir olay vuku bulsa, konuyu Türkiye denklemine getirerek ellerini ovuşturarak bekleyenler var, lakin hamdolsun Türkiye ne Kazakistan ne de Venezuela.

Türkiye’de millet iradesi ile iktidara gelemeyen, millî irade ile sürekli kavga hâlindeki bu jakoben kafanın anlamsız mukayeseler yoluyla konuyu sürekli Türkiye’ye getirmesi onlar açısından anlaşılabilir.

Anlaşılabilir bir konu, zira milletin önüne aday diyerek koydukları kişi ‘adam kazandı beyler’ demesine rağmen, ‘kalk itiraz et, kabul etme yenilgiyi, kaybetmiş olamayız’ diyen hastalıklı kafa bu ülkenin uzunca zamandır bir hakikati…

Millî irade karşısında sarımsak görmüş vampire dönen bu jakoben kafanın karşısında, her dara düşüldüğünde milletin iradesine kendisini teslim eden bir anlayışın varlığı da başka bir hakikat.

Menderes’ten Erdoğan’a bu hakikat hiç değişmedi.

Her seçim sonrası millete ‘bidon kafalı, makarnacı, bulgurcu, göbeğini kaşıyan kıllı adam’ diyenler, millet iradesinden başka bir dayanağı olmayan iktidarları Foreign Affairs’te ya da Rand Cooperation gibi mecralarda yazılan yazılarla ya da Biden’dan demokrasi dilenerek değiştiremezler.

Denediniz, Soros’un müdahalesi ile de, darbe yolu ile de olmuyor bu iş…

Bu ülkede demokrasinin en temel değerlerinden olan ‘gücün demokratik yöntemler ile el değiştirmesi’ bugüne kadar bir kez dahi sorun olmamıştır. Asıl sorun, milletin iradesine yaslanan iktidarlar ile demokratik olarak mücadele edemeyenlerin darbeler yoluyla iktidar hayali kurmasıdır.

1960 darbesinden sonra, 1971 muhtırasından sonra, 28 Şubat postmodern darbesinden sonra kimlerin iktidar koltuğuna oturtulduğunu biliyoruz.

Meclisi tank taburları ile çevirterek, tepesinde tayyare uçurtarak, Çankaya Protokolleri imzalatarak cumhurbaşkanı seçtirmeye, başbakan seçtirmeye teşne kafaların, bugün Türkiye’de demokratik seçimler sonucunda iktidarın el değiştirmeyeceğine dair söylemleri kontörlü klavyeleri aracılığı ile dolaşıma sokmaları şaşırtıcı değildir.

Şimdi bize bir illüzyonist hassasiyetiyle Kabil’i Habil, Habil’i de Kabil gösterme telaşındalar. Üzülerek söylemem gerekir bu konuda epey mesafe de aldılar lakin Kabil Kabil’dir Habil de Habil.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.