Her duâsı makbuldü Büyük bir velî olup, "Adurrahman"dır adı, Seyyid Abdülkadir-i Geylani''dir üstâdı. Sık sık kerametini görüyordu onun halk, Kabul olunuyordu, her duâsı muhakkak. Bir gün bir adam gelip, dedi ki; (Ey efendim, Bir hurma bahçem ile, ineklerim var benim. Lâkin onbir senedir, olmadı hurma bir tek, Ve hiç yavru yapmadı, üç senedir bir inek. Bir dua buyurun da, genişe çıksın elim, Zira bu ikisinden başka yok bir servetim." Abdurrahman Tafzuncî, bulundu bir duâda, Adamın inekleri yavruladı o ayda. Hem dahî öyle hurma verdi ki o hurmalık, O yerin en zengini, o kimse oldu artık. Bu zât bir gün çıkarak, gitti bir ıssız çöle, Allahü teâlâyı, tesbih etti o şöyle: (Ey vahşî hayvanların, inlerinde her dâim, Kendi lisanlarıyla tesbih ettiği Rabbim. Seni tenzih ederim, bütün noksanlıklardan, Kemal sıfatlarıyla, tesbih ederim her an.) O anda her taraftan, cümle vahşi hayvanlar, Yanına toplanarak, tesbihe başladılar. Hepsi kendi diliyle, Hakkı zikrediyordu, Öyle ki, avazları Arş''a yükseliyordu. Daha sonra dedi ki; (Yâ Rabbî, yâ ilâhi, Kendi yuvalarında, bütün kuşların dahi. Tesbih ettiği gibi, seni tesbih ederim, Bütün noksan sıfatlar, berîdir senden derim.) Ve mübarek başını kaldırınca yukarı, Gördü dört bir taraftan, akın eden kuşları. Gelip başı üstünde toplandılar büsbütün, Semayı bulut gibi, örttüler hepsi o gün. Ve zikre başladılar, kendi lisanlariyle, Öyle ki, o gün yer gök, inledi kuş sesiyle. Sonra dedi; (Ya Rabbi, rüzgâr nasıl, ne vecih, Seni tesbih ederse, ederim ben de tesbih.) O anda her taraftan, esti tatlı rüzgarlar, O da, Hak teâlâyı, zikrederdi âşikâr. Hiç öyle güzel rüzgâr esmemişti orada, Zâten o günden sonra, esmedi bir daha da. Sonra dedi; (Ya Rabbî, şu dağlar, şu tepeler, Muhakkak ki onlar da, seni zikretmekteler. Nasıl zikrediyorsa, onlar senin ismini, Öyle tesbih ederim, ben dahi şimdi seni.) O böyle söyleyince, etrafta olan dağlar, Sallanıp, parça parça, düştü büyük kayalar. Kendi lisanlariyle, "Allah Allah" diyerek, Tesbihe başladılar, her yeri inleterek.

