"Ben şefâat ederim"

A -
A +

Mahşer halkı, hesabın başlaması için en son Habîbullah'a gelir, yalvarırlar. Efendimiz; - Peki, Rabbim izin verirse ben şefâat ederim! buyurur. Sonra Arş-ı âlâya varıp, bin senelik bir secdeye kapanır. O an ehl-i mahşerin hâli pek fenâdır. Öyle ki, çekilen zahmetleri anlatmak mümkün olmaz. Çoklarının haramdan kazandıkları mallar, boyunlarında birer halka olur ve öyle ağırlaşır ki, "büyük dağ" olur sanki. Feryât ve figânları gök gürlemesini andırır. - "Vâ veylâ! Vâ sebûrâ!" diye feryât ederler. O feryâtlara yer gök dayanmaz. Zekâtı verilmeyen mallar da koca bir "yılan" olup, sahibinin boyunlarına dolanır. Ve öyle ağırlaşır ki, "değirmen taşı" gibi olur âdeta. O kimseler; - Bu nedir? diye feryâd eder. Melekler; - Zekâtını vermediğiniz mallardır, derler. BUNLAR, ZİNA YAPANLARDIR Bâzılarının avret mahallerinden, kan, cerâhat ve irin akar. Tahammülü imkânsız pis kokuları vardır ki, zinâ yapan erkek ve kadınlardır bunlar da. Bir kısmının dilleri, böğürlerine sarkmıştır. Bunlar da iftirâ edenlerdir. O esnada Rabbimizden hitap gelir: - Yâ Muhammed! Başını secdeden kaldır ve şefâat eyle. Söyle murâdını ki, kabul edeyim! Resûlullah başını kaldırıp yalvarır: - Yâ ilâhî! Kulların arasından iyi ve kötüleri ayır ki, günahlarıyla rezîl rüsvây oldular bu meydanda. Bu azâba tahammülleri yoktur artık. Bunun üzerine "Mîzân" kurulur. Ehl-i mahşer izdihâmdan kurtulur. Ama kâfirlerin işi zordur. Zîra girecekleri "Cehennem"in azâbı yanında bu sıkıntılar, denize nazaran "damla" bile değildir. E-mail: abdullatif.uyan@tg.com.tr Tel: (0 212) 454 38 10 www.siirlerlemenkibeler.com