Ebül Abbas El Basîr hazretlerinin asıl ismi "Ahmed" ise de, "İbnül gazâle" diye tanınır. İbnül gazale, "Ceylanın oğlu" manasına geliyor. Hikâyesi şöyle: O, doğduğunda iki gözü de âmâ idi. Babası o yerin sultânı olup, seferdeydi o zaman. Annesi durumu görünce, çok üzüldü. "Bu sakat çocuğu beyim istemez" diye düşündü hemen. Ve çok yanlış bir kararla bebeğini bir beze sarıp gizlice çıktı evden. Şehir dışında, tenha bir yere bırakıp eve döndü. O, çocuğunu tenhaya terk ettiyse de, Cenab-ı Hak zayi etmedi onu. Bir ceylan gönderip, muntazaman süt verdirdi ona. Birkaç gün sonra, babası eve döndü. Ve çocuğu sordu hemen: - Hanım, bebeğimiz nerde? - Sorma bey. Hayrola, ne oldu? - Hayrola n'oldu? - Bir erkek çocuğumuz oldu, ama... - Aması ne? - Doğar doğmaz vefat etti. - Yaa!!! - Evet, maalesef öyle oldu. Sultan boynunu büküp, tevekkülle fısıldadı: - Rabbim onu aldıysa, daha hayırlısını ihsan eder... Aradan günler geçti. Sultan, adamlarını alıp ava çıktı bir gün. Bölgeyi çevirip, kontrole aldılar. Sonra daralttılar halkayı. O ara bir ceylan gördü sultan. Okunu gerip tam fırlatacaktı ki, durdu birden. Niçin mi? Yanında bir karaltı görmüştü ceylanın. Merakla koşup yanına gittiğinde ne görse beğenirsiniz? Bir erkek çocuğu. Çok güzel, sevimli, nurtopu gibi. Kendi çocuğuydu Şefkatle alıp bastı bağrına. Kendi çocuğuymuş gibi bir hisse kapıldı. - O ölenin yerine, oğlum bu olsun, diye geçirdi içinden. Avı bırakıp koştu eve. Hanımı kucağındaki çocuğu görünce sordu: - Hayrola bey, kimin bu çocuk? - Bizim çocuğumuz. - Bizim mi? - Evet, o ölenin yerine bunu gönderdi Cenab-ı Hak. - Hiçbir şey anlamadım. Beyi anlattı olanları: - Av yerinde buldum. Bir ceylan emziriyordu. Alıp eve getirdim. Bak ne sevimli. Kadın bakar bakmaz bir tuhaf oldu. Tanımıştı onu. Evet, bu kendi çocuğuydu. Kucaklayıp, şefkatle sarıldı yavrusuna. Hatâsını anlayıp, ağlayarak tövbe etti. Hakikati anlattı beyine. İkisi de sevinip şükrettiler.