Hasan Feyzî Efendi "rahmetullahi aleyh", Denizli toprağını nurlandıran bir Hak dostu. Her velî gibi keramet göstermekten kaçınırdı. Bu, zihnine takılırdı talebenin. Bir sabah ders başladığında, çocukların zihninde yine aynı şey vardı: Keramet. Hocamız neden keramet göstermiyor? Bu, malum oldu büyük zata. Dersi kesip döndü onlara. - Biz, şu günahkâr halimizle yerin dibine müstehakız. Buna rağmen bakın yer üstündeyiz. Ve devam etti: - Bu, keramet değil de nedir? Ve sordu onlara: - En büyük keramet nedir biliyor musunuz? - ..... (ses yok) - En büyük keramet, istikamettir. İstikamet nedir? Sordular: - İstikamet nedir ki? - Doğru yolda yürümekte sebat etmektir. Ve ekledi: - Asıl hüner, İslama tam uymaktır çocuklar. İslamdan kıl kadar ayrılan kimsede bir harikulade hal görürseniz, hiç kıymet vermeyin. - Neden hocam? - Çünkü o, keramet değildir. - Ya nedir? - İstidraçtır. - İstidraç mı? - Evet. Günahkârlarda görülen fevkalade hallere istidrâç denir. Zihinlerdeki soru işareti çözülmüştü. Niçin ağlıyormuş? Bir gün sordular bu zata: - Bu gece nasıl sabahladınız? Başladı ağlamaya. Soranlar şaşırdı. - Efendim iyi misiniz? - Ölümü unutmuş, günahı da çok olan bir kimsenin hali nasıl olur? Gözyaşlarını silip devam etti: - Ömrümüz azalıyor, günahımız artıyor. Akıbet Cennet midir, Cehennem mi? O da belli değil... Bu halde olan bir insan, ağlamasın da n'apsın? *** Bir gün de sordular: - Huzurlu olmak istiyoruz, ne yapalım? - Günah işlemeyin! - Peki, günah işlememek için? - Ölümü düşünün. Ve ekledi: - Ölümü düşünen, günah işleyemez.