Bilâl-i Habeşî "radıyallahü anh", ağır ve sıcak kayanın altında bayılmıştı. Kendine geldiğimde, güneş batmış, üstündeki kaya, gaibten atılmıştı bir kenara. - "Şükürler olsun" diye mırıldandı. Ümeyye kâfiri, Bilal'i dininden döndüremiyordu bir türlü. Her türlü işkenceyi deniyor, ama hep aynı cevabı alıyordu ondan: - Allah bir! Bir gün, yine elbisesini çıkarıp, kalın deve ipini sardı boynuna. Halatın ucunu Mekke çocuklarına verip, yerlerde sürükletti vücudunu. Ama o, aynı şeyi söylüyordu: Allah bir! Bir gün Resûlullah Efendimiz oradan geçerken gördü Bilal'i. Çıplak vücudunu kızgın kuma yatırmış, üzerinde koca bir kaya koymuşlardı. Sabret yâ Bilâl! Yaklaşıp müjde verdiler: - Yâ Bilâl, sabret. Allah demen seni kurtarır. Oradan hânesine döndüler. Ama çok üzülmüşlerdi. Az sonra hazret-i Ebu Bekir gelip girdi huzura. Gördüklerini ona da anlatıp buyurdular ki: - Onu ancak sen kurtarırsın. - Başüstüne yâ Resulallah! Ve izin alıp çıktı huzurdan. Bilal'in işkence çektiği yere gidip çıkıştı Ümeyye'ye: - Bu zavallıya niye eziyet ediyorsun? - Kölem değil mi, ederim. - Sende vicdan yok mudur? - Yoktur. - Kaldır şu kayayı üzerinden! - Kaldırmam! - Öyleyse sat onu bana! - Satmam! Ne istiyorsun? - İstediğin parayı söyle. - Dünya dolusu para versen de satmam. Amaaa, - Ne aması? - Onu bir şartla verebilirim sana. - Neymiş o şart? - Senin kölen Amir'le değişebilirim. Hazret-i Ebu Bekir düşünmedi bile. - Kabul! Ümeyye çok sevinmişti. "İyi oldu, Ebû Bekir'i aldattım" diyordu içinden. Hazret-i Ebu Bekir daha çok sevinmişti. Niye mi? Resulullah sevinecekti de ondan. Bilâl'in elinden tutup koştu Resulullaha. - Müjde yâ Resulallah! Bilal'i kurtardım Ümeyye'den. Efendimiz çok sevindiler. Peşinden bir müjde daha verdi: - Şimdi de sizin şerefinize âzâd ediyorum. - Allah razı olsun kardeşim.