Devrinin en büyük âlimlerinden olan Abdullah bin Mübârek hazretleri, Abbâsîler devrinde, Bizanslılarla yapılan bir harbe katılmıştı.
İslâm ordusunda askerler hilâl şeklinde oturmuş, ortalarında ince yapılı, nûrâni “bir zât” bir şeyler anlatıyordu...
Derken ertesi sabah iki ordu karşılaştı.
Bizans ordusundan, iri yapılı, çelik zırhlara bürünmüş birisi, kılıç sallayarak çıktı ortaya.
Mağrûr bir hâlde müminlere karşı;
"Kendine güvenen varsa, çıksın karşıma" diye bağırdı.
İslâm ordusundan bir er çıktı.
Fakat şehit düştü!
İkinci bir yiğit çıktı.
O da şehit oldu!
Sonra birkaç er daha şehit olunca Rum ordusunda “sevinç çığlıkları” yükselmeye başladı!
İşte o anda bir şey oldu.
Müslüman saflarından heybetli bir babayiğit çıkıp, o Rum'un karşısına dikildi!
Kılıcını âniden kaldırdı.
Şiddetle boynuna çaldı!
Müminler sevindiler.
Rum’un başı yerde yuvarlanırken Müslüman saflarında “tekbîr sedâları”, yükseldi.
Rumlar şaşkına döndüler!
Derken ikinci Rum çıktı.
O da aynı âkıbete uğradı.
İyi de, kimdi bu er?
Birkaç Rum askerini daha öldürüp yerine dönünce, bu kahramanın Abdullah bin Mübârek hazretleri olduğunu gördüler.

